11 Haziran 2018 Pazartesi

Seçim çalışması olarak “süt kardeşler”i izle(t)mek   

Olayı hepiniz biliyorsunuz. Yine de bellek tazeleyelim.
“Adile Naşit’i seçim için reklamda kullanan AKP’nin sözcüsü Mahir Ünal, “Diyorlar ki ‘Biz tekrardan eski Türkiye’yi getireceğiz’. Hangi Türkiye? ‘Adile Naşit’in ninni okuduğu Türkiye çok güzel bir Türkiye’ydi.’ Valla o Türkiye sizin için çok güzel bir Türkiye olabilir ama o Türkiye bizim için tam bir kâbustu” dedi.”
Aynı gündü, kızımı almak için  anneme gitmiştim. Televizyonda Süt Kardeşler filmi vardı. Defalarca izlediğimiz filme takılıp kaldık yeniden. Hep birlikte gülüyorduk. Annem, ben, kızım… Üç kuşak kadın…
Kızım filmi çok beğendiği için daha sonra tekrar izlemek istedi. Keyifle izledik. Tekrarlar ve tekrarlardaki iyileşme hali… Bir geleneğe dönüşen filmler… Bize bizi anlatan… Onların pek çoğunda oynayan muhteşem bir oyuncu… Adile Naşit…
Düşündüm sonra bu da bir seçim çalışması değil miydi? Olamaz mıydı? Süt Kardeşleri izlemek mesela… Pekala olabilirdi. Şimdi anlatacağım nedenlerini.
Süt Kardeşler’de Osmanlı dönemi genellikle yapıldığı gibi milliyetçi bir kahramanlık hikayesi olarak anlatılmaz da senin benim gibi insanların yaşadığı gülünebilecek bir dönem olarak sahnelenir. Şener Şen’in canlandırdığı paşa karakteri nezdinde, ilk sahnelerde Şaban’la Ramazan’ın diyaloglarında militarizmin katı ciddiyeti ortadan kaldırılır. Aile deseniz boşanmalar, evlilikler iyice karışan aşklar derken, kutsal değildir artık. Rakı da içilir, küfür de edilir. Küfür dediğin de “eşoğlueşektir” ki buradaki eşek sevimlidir. “Yeni” Türkiye’de film gösterilirken rakılar iyice buğulanır tanınmaz hale getirilir, “eşoğlueşek” derken karakterlerin sesi kesilir. Ama peki filmin öyküsündeki asıl suç hangisidir? Rakı içmek mi? Birbirine eşek demek mi? Yoksa insanları kaçırıp konağı satmak için yalanlar söyleyip dümenler çevirmek midir?
Filmde Melek Hanım’ın sahip olduğu konakta pek çok kadın yaşamaktadır. Bahriyeli Paşa (Şener Şen) Melek Hanım’ın kardeşidir. Konakta gözü olan adam (Şener Şen’in babası Ali Şen’in oynadığı) eve sahip olmak için bir plan yapar. Oğlunu Melek Hanım’ın kızı ile evlendirir. Sonra başta Melek Hanım olmak üzere konaktaki tüm kadınları dağıtmak için onları delirtmeye karar verir. Kahya ile anlaşarak onu gülyabani kılığına sokar. Ve olaylar gelişir hepimizin bildiği gibi…
O konakta yaşayanların bizler olduğu, gündelik telaşlarımız içinde öyle böyle mutlu olabildiğimiz ortadayken kahya kim, konağı satmak için göz koyan kim varın siz düşünün. Bizi delirtmek istiyorlar doğru, korkutuyorlar gerçek ama bir yandan biliyoruz “gülyabani yoktur” ki… Filmdeki ev halkı gibi biz de kapanlar kuralım bahçemize, peşine düşelim hayaletin ve çıkaralım maskesini… Unutmayalım hiç bir gerçek zinimizdeki “kabus” görüntüleri kadar korkutucu olamaz. Gücümüz ölçüsünde her birimiz gülyabanilerin üstüne gidelim.  Güç dediğimse kişiden kişiye durumdan duruma değişir sonuçta. Gücü taşımak bir bayrak yarışı hem. Bugün o yarın sen öbür gün ben…
Filmde Ramazan, Şaban, Bayram birbirine karışırken, paşalık da, adlar, mevkiler de ilişkiler de karışır. Her şey nizami olsun, kadın görünmez olsun, paşa sorgulanmaz olsun, kocaya, egemene gülünemez olsun isteyenler elbette bu filmlerden de rahatsız olur, oluyor. Adile Naşit nezdinde ise başroldeki kadından, Anadolu’daki Ermeni, Rum varlığından rahatsız oluyorlar. Biz ise en öndeki kadını, Anadolu’daki farklılıkları hem doğal buluyoruz, hem de daha daha görünür kılmak istiyoruz. İnatla değil sadece, sevgiyle, bilgiyle, neşeyle, cüretle istiyoruz.
Filmde paşa sürekli “babanı da sevmezdim zaten” diyor Şaban’a. Şaban’lar değişiyor ama Paşa’nın ona olan duyguları değişmiyor. Biz de olayı kişisel algılamıyoruz haliyle… Bizi sevmeyenler Adile Naşit’i de sevmiyordu zaten, bizi de sevmeyecekler. Aramızdaki karşıtlık giderilemez cinsten. Birimizin rüyası olan diğerinin kabusu oluyor çünkü. Ben Adile Naşit’i izleyerek büyüdüm. “Hadi bakalım kuzucuklarım, iyi uykular” dediğinde ikiletmeden yatağıma gittiğimde küçücük bir çocuktum. Kim bilir kaç kez güzel rüyalarımda onu gördüm, öldüğünde ne kadar üzüldüm. Sizin içinse kabusmuş o günler. Rüya göremiyorsunuz belki de… Hep kabus.
Sevmeyi, kardeşliği, süt kardeşliği, aşkı, göz koyulan eski konağı, üçkağıtçıları anlatıyor genellikle bize bizi anlatan bu filmler… O filmlerde Keloğlan’dan bugünlere gelen bir Şaban karakteri var muhakkak, hepimizin belleğinde yer eden bir anne var gülerken göbeği oynayan, çocuklarının iyiliği için telaşla koşturan. O anneye can veren bir kadın var. İçimizde iyiye dair bir imge, onarıcı birleştirici bir sembol, bir evi, bir konağı yuva yapan anne… Adile Naşit kim derseniz o işte. Nasıl olur da ona kabus denebilir? Varın siz düşünün. Aramızdaki Adile Naşit’leri aramızdaki Şaban’ları koruyun, koruyalım. Yoksa hiç birşeyin tadı kalmayacak o kahya ile azmettiricisi adamın ruhsuz, kurnaz yüzüne dönecek koca ülke… O konağın halkı gibi koruyalım birbirimizi, hemen koyvermeyelim, kaçıp gitmeyelim aramızdan birilerinin kendisini çaresiz hissetmemesi için, delirtmek istediklerini delirtemesinler diye bir arada duralım.
Bu ülke, bu dünya o filmlerdeki gibi olsun istiyoruz, şakacı, neşeli, hata yapabilen, aşık olabilen, istiyorsa içebilen, arada kimseye zarar vermeden öfkelenebilen… Siz ise ruhsuz olsun istiyorsunuz. Cansız, soluk bile değil renksiz olsun. Kahkaha hiç olmasın belki bir küçük “tebessüm” dudaklarda… O da içten gelmek zorunda değil otorite şaka yapıyor göründüğünde otomatik bir ağız hareketi gibi… Biz öyle olamayız, istemeyiz de zaten. Kendimizi ne zaman ruhsuz, cansız hissetsek hemen bir sorun olduğunu düşünür dünyamızın renklerine kavuşması için çözümler düşünürüz. Sadece kendimizi iyi hissetmek için değil etrafa da bulaşmasın coşkusuzluk diye…
Başrolde Adile Naşit… Hep öyleydi, şimdi bedeni hayatta değil ama o hep başrol kalacak gönüllerimizde. Hem bizim filmlerimizde, gönüllerimizde başrol tek adamda ya da kadında da değil zaten…
Şimdi tekrar söylüyorum. Seçim çalışması olarak önerimdir. Çocuklarla beraber Süt Kardeşler’i izleyin. Bilhassa kadınlar yürütsün bu faaliyeti. O esnada ütü gibi kahvaltı hazırlamak gibi işler varsa erkekler bir zahmet yapıversin onları da… Bu Pazar sabahı mesela. Bir seçim çalışması olarak izlesek sonra düşünsek bizim konağı nasıl koruruz onlardan?