DÖVÜŞ KULÜBÜ
Chuck Palahniuk’un aynı adlı eserinden uyarlanan David
Fincher’ın yönettiği 1999 yapımı Dövüş Kulübü’nde Edward Norton, Brad Pitt ve
Helena Bonham Carter çok iyi oyunculuklar sergiliyor. Romandan uyarlanan
filmlerin handikapı hakkında yazılanların önemli bir bölümünde ne zaman
kitaptan ne zaman filmden bahsedildiğinin anlaşılamaması... Bu durum Dövüş
Kulübü’ne dair yazılanların büyük bölümü için de geçerli. Bu nedenle baştan
söylemeliyim ki bu yazı yalnızca filme dair olacak.
Filmin ilk sahnesi, anlatılan öykünün son sahnesini
gösteriyor bize. Ben de filme dair yazmaya en sondan başlamak istiyorum. Dövüş Kulübü,
ana karakterlerimiz olan Jack ve Tyler’ın aslında aynı kişi olduğunu bize
göstererek bitiyor. Onların hangi kişilikte buluştuğuna dair yorum seyirciye
bırakılıyor. Çoğul kişilik bozukluğu yaşayanların öyküleri sinemanın ve
edebiyatın çok ilgisini çekiyor ve Dövüş Kulübü, türünün en başarılı ve
hakkında en çok konuşulan, yazılan örneklerinden biri...
Ev sahibi kişilik
Jack
Jack, ürün iptal koordinatörü olarak çalışan beyaz yakalı
bir işçi. Filmin hemen başında hiç yaşanmıyormuş gibi görünen düzenli bir evi, çok
seyahat etmesini gerektiren bir işi olduğunu görüyoruz. Ancak hayatındaki
rutini bozan bir sorun ortaya çıkıyor; uykusuzluk... “6 aydır uyuyamıyordum” diye başlar olayları anlatmaya Jack. “Uykusuzken hiçbir şey gerçek görünmüyor.
Sanki her şey uzakta. Her şey kopyanın kopyasının kopyası.”
Uykusuzluk, onun yaşadığı hayata uyumunu bozan huzursuz
edici bir faktör olarak ortaya çıkarken mevcut kaygı, gelmekte olanı işaret eder.
Alter kişiliğin (ev sahibi kişilik dışındaki kişilikler) güç kazandığı, daha
görünür olmak için içeriden zorladığı zaman içinde daha görünür olur. Uykusuzluk
şikayetiyle gittiği doktor, sıkıntısını ciddiye almaz, yaşadıklarını küçümseyerek
terapi gruplarına yönlendirir. “Bana
acıdan bahsetme. Salı akşamları Methodist kilisesine git. Testis kanseri olan
adamları gör. Acı orada. ” Böylelikle başladığı terapi gruplarının ardından
uyku hayatına geri döner. Jack, ev sahibi bir kişiliğin sahip olması beklenen
özelliklere klasik biçimde sahiptir; “Tedavi
arayışına giren, kaygılı, distimik, aşırı yorgun halde ” (Nancy McWillams,
Psikanalitik Tanı)
Jack’in Saklı
Bilinci: Tyler
Tyler, Jack’in olmadığı herşey olarak tanımlanabilir. Jack
ne kadar sakinse, Tyler o kadar öfkeli, Jack ne kadar affedici ise Tyler o
kadar intikamcı, Jack cinsellikten uzakken, Tyler sevişgen, Jack kavga etmezken,
Tyler kavgacı... Düzenli bir işi olan Jack’in karşısında geçici pek çok işe
sahip olan Tyler... Liste uzatılabilir. Filmin çeşitli bölümlerinde Tyler
kendisini Jack ile ilişkilendirerek de tanımlar; “Ben Jack'in sırıtan intikamıyım.”, “Ben Jack'in dışlanmışlık
hissiyim.”, “Ben Jack'in kırık kalbiyim.”
Jack-Tyler kişisi ve
insan kişiliğinin çoğullaşması...
Tyler’dan önceki yaşamında Jack’in eşyalarla kurduğu ilişki
üzerinden tanımladığı hayatından bunaldığını ve ilişki arayışında olduğunu görüyoruz.
Ancak kişiliğin çoğullaşması böylesi bir sıkılma, bunalma üzerinden olmuyor
kuşkusuz. Çoğul kişilik, genellikle çocukluk dönemi travmatik yaşantılarına
dissosiasyon savunması ile yanıt vermeyi gerektiriyor çünkü... Dissosiasyon,
kişiye zor ve katlanılmaz gelen yaşantıların, anıların, düşünce ve duyguların
bilinçten uzaklaştırılarak zaman zaman ayrı bir şekilde faaliyete geçmesi
durumudur. Peki bu nasıl oluyor? Genellikle çocuklukta süreğen biçimde travmaya
maruz kalmak, ebeveynleri tarafından korunamamak hatta istismar edilmek
sözkonusudur. “Hepimiz, başa çıkma
kapasitemizi aşırı zorlayan bir felaketle karşılaşırsak, özellikle de bu
felaket dayanılmaz bir acı ve/veya korku içeriyorsa, dissosiye olabiliriz.
Savaş, hayatı tehdit edici hastalık ve büyük ameliyatlar esnasında bedenin
dışından kendini izleme deneyimleri o kadar çok bildirilmiştir ki, ancak en
kuşkucu kişiler dissosiyatif olgulara ilişkin kanıtları tamamen göz ardı
edebilirler.” (Nancy McWillams, Psikanalitik Tanı) Böylesi bir dissosiasyon
deneyiminin açıkça koruyucu ve uyumu artırıcı bir yanı olsa da kişinin sonraki
yaşamında aslında dissosiasyon savunmasının kullanımının gerekli olmadığı,
hayati risk ya da yoğun tehdit içermeyen durumlarda da kullanılır olmasıdır
sorun. Dissosiyatif bozukluklar ve çoğul kişilik bozukluğu da bu tekrarlayan
deneyimlerden gelişir. Çoğul kişilik bozukluklarının gelişimindeki genel
seyirde çocukluk dönemi travmasına eşlik eden dissoiasyon savunması kullanımı
ve ardından huzurlu bir dönemin yaşanmaması, çocuğun kimse tarafından teselli edilmemesi,
ilişki ve teselli arayışlarının daha fazla istismarla cezalandırılması,
ebeveynlerinin kafa karıştıran davranışlar içinde bulunması yer alabilir.
Örneğin alkolik ve istismarcı bir babanın, sarhoşken tacizkar, tehditkar
davranıp sabahında yaptıklarını anımsamayan, reddeden biçimde ilişkilenmesi ve
bunun günler geceler boyunca tekrarlanması deneyiminde olduğu gibi... Ancak
böylesi bir yaşantıdan geçen her çocuğun çoğul kişilik bozukluğu geliştireceği
de düşünülmemeli. Başka ruhsal sıkıntılar yaşayabileceği gibi, koruyucu başka
faktörlerle ve tedaviyle birlikte bambaşka bir seyir ve gelişim de yaşayabilir.
Jack-Tyler kişisinin çoğul
kişilik bozukluğu geliştiren kişilerin temel becerileri ile donanmış olduğunu
görüyoruz. Örneğin otohipnoz becerisi... Ortalamanın üzerinde bir zekaya sahip
olduğu, kısa sürede büyük ve tehlikeli bir örgüt yaratabilecek denli ilişki
becerisi bulunduğu görülüyor. Aynı zamanda iç dünyasının hem duygusal hem de
zihinsel olarak hayli zengin olduğunu da anlıyoruz. Kişilerarası ilişkilerdeki
duyarlılığı özellikle terapi gruplarındaki ilişkilerinde gözlenebiliyor.
Tyler ve Jack’in Evleri
Kıyafet ve ev kişinin içindekini yansıttığı, gösterdiği
birer alan, personanın görünür biçimi olarak düşünülebilir. Çağımızın ağır
narsistik hasarlarla bezeli kişilik örüntülerinde içerideki büyük boşluklar,
dışarıda gösterişli sembollerle yüklü bir anlatıya dönüşüyor. Tüketilenler,
kişiliğin yansıtıcısı olmaktan çıkıp kişiliğin kendisi halini alıyor. Statü ve
prestiji yansıtan imaj bir kişilik ifadesi imiş gibi rol alıyor bireyin
yaşamında. Ev de kıyafetler gibi, aksesuarlar gibi içeridekine dair
içselleştirilen kültüre dair bir gösterge olacakken içerideki yokluk dışarıdaki
aynılığı sınıf, sınıf, katman katman markalaşmayı anlatmaya başlıyor. İnsanlar
birbirleri ile ilişkisinde televizyondaki reklamlar gibi evindeki eşyayı konuşuyor.
Jack böyle bir hayat kurarak herkes gibi
olmayı, mutlu olmayı deniyor. Ama içeride bir yerlerde Tyler veya bu adı
almazdan önceki ilksel halleri “bu değil” diye bağırmayı sürdürüyor.
Tyler’ın evi de kişilikteki gibi Jack’in evinin tam tersi
olarak kurgulanmış. Jack’in şehrin ortasındaki evinin tersine kentten ve
insandan uzak, Jack’in temiz hijyen içindeki evinin tersine pis, musluklarından
paslı sular akan, harabe, Jack’in yeni ve ihtiyacı olmayan pekçok eşya ile dolu
evinin tersine çok az eşyaya sahip...
Jack’in evi havaya uçtuktan sonra Tyler’ın evi ortaya çıkıyor.
Jack’in onca özenle dayayıp döşediği evi havaya uçtuğunda dairesi için “sosların
olduğu ancak yemeğin olmadığı ev” demesi oldukça manidar. Uyum sağlamak için
onlar gibi davranmaya çalıştığı tükettikleri, sahip oldukları üzerinden kendisini
tanımlayan çağımızın narsistik bireyinin sağlam bir eleştirisini sunarak onun
yaşamını terk edip Tyler’ın dürtüselliği, hemenliği temsil eden, eşyalarla pek
de ilişki kurulmayan evine geçiş yapıyor.
“Mülkümü yok ederek
beni özgür kılan kişi kendimi bulmamı sağladı.” diyor Jack. Tyler, Jack’in
evini havaya uçurduğunda yaptığının bir benzerini Jack’in kavgalara girmesine
yol açarak bedeninde bıraktığı izlerle de yapıyor. Böylelikle içerideki
yıkıcılığın, öfkenin dışarıdaki tarafından da görülebilir olmasını sağlıyor.
Terapi Grupları ile Dövüş Kulübü
Jack uykusuzluk probleminin
başlaması ardından bir yıl boyunca kilisedeki terapi gruplarına gidiyor.
Ardından Tyler’ın kurduğu Dövüş Kulübünde sürüyor Jack’in grup ilişkileri...
Kilisedeki gruplara isteyen herkes katılabilirken, Dövüş Kulübüne katılmak
belli kurallara bağlı. Terapi gruplarında duygusal boşalım ağlamakla
sağlanırken, Kulüpte dövüşülerek rahatlanıyor.
Bu tersine dünyalar yani Jack olmak
ve Tyler olmak arasındaki ilişki bir süreklilik de içeriyor. Önce Jack’in evi
varken, sonra tümüyle Tyler’ın evine taşınılması gibi önce terapi gruplarıyla
sağlanan aidiyet sonrasında dövüş kulübünden sürdürülüyor. Bu anlamda Dövüş Kulübü,
terapi gruplarının eleştirisi üzerinden inşa oluyor.
Peki terapi grupları nasıldı? “Her şeyi unuttum. Karanlık ve sessizlikle
bütün oldum. Özgürlüğü buldum. Hiç ümidimin kalmaması özgürlük demekti. Sonra
bebekler gibi uyudum. Ve bu işe bağımlı oldum. İsimsiz Alkolikler. Ensest
Kurbanları Grubu. Tüberkülozla Mücadele Etme Yöntemleri. Eğer susarsanız
insanlar en kötüyü varsayıyorlar.” Oysa Jack ne tüberküloz hastasıydı, ne
alkolik ne de testis kanseri... Ama “İnsanlar
öleceğini düşününce seni gerçekten dinliyorlar yoksa sadece sıranın kendilerine
gelmesini beklerlerdi.”
Ölmekte olan kanser hastalarının
bulunduğu bir grubun üyelerinden olan kadının kürsüden yaptığı konuşma ilgi
çekicidir. Sonun yaklaştığını ve ölümden korkmadığını söyledikten sonra “Sona bu kadar yakınken tek istediğim son
bir kez sevişmek” dediği anda diğer insanların bakışlarından ve
davranışlarından uyumsuz algılandığını anlayabiliyoruz. Garip bulunan sözünün
sonrasında apar topar kürsüden indiriliyor. Bu sahne ile bize terapi
gruplarında cinselliğe ve saldırganlığa yer olmadığı gösteriliyor.
Sonra olanları yine Jack anlatsın “Her akşam ölüyor ve her akşam yeniden doğuyordum. Hortlamış gibi. (...)
Orada olmak. Ağlamaya hazır bir şekilde kafamı göğüslerine bastırmak. İşte
benim tatilim buydu. Ama sonra. O her şeyi mahvetti. (...) Bu Marla Singer
denen piliç (...) bir yalancıydı. Hiçbir hastalığı yoktu. (...) Marla. Büyük
turist. Onun yalanı benim yalanımı yansıtıyordu ve birden bire hiçbir şey
hissetmemeye başladım. Artık ağlayamıyordum. Ve bir kez daha uykusuzluk baş gösterdi.
(...) Dört gündür uyuyamamıştım.”
Çoğul kişilik bozukluğu yaşayan kişiler, güven duygusu ile ilgili
sorun yaşarlar. Bu nedenle en iyi bildikleri şeylerden biri saklanmaktır.
Muhtemelen çocukluklarından bu yana deneyimledikleri dissosiasyon yaşantılarının
etrafta “tuhaf” bulunacağını bildiklerinden kendilerinde bazen bilincinde dahi
olamadıkları gariplikleri gizlemeyi erkenden öğrenirler. Ayrıca farklı
kişilikleri de sıklıkla birbirinden gizlenir. Terapi gruplarında uydurma
isimlerle bulunurken sorun yaşamayan Jack, gizlediği sır, Marla tarafından görüldüğünde
terapi gruplarında da huzursuz ve yalnız hissetmeye başlar. Bu kaygı doruğa
ulaştığında Tyler Jack’in karşısına çıkar. Uçaktaki karşılaşmaları sırasında
Tyler, güvenlikle ilgili uyarılar içeren yazıyı göstererek “10 bin metre havada çıkış kapısı prosedürü. Güvenlik illüzyonu. Evet
sanırım öyle. Uçaklara neden oksijen maskesi koyduklarını biliyor musun? Nefes
almak için. Oksijen kafa yapar. Acil durumda panik halde derin nefesler alırsın
ve birdenbire bütün vücudun gevşer kaderine razı olursun. Burada hepsi
görülüyor. Saatte bin kilometre hızla suya acil iniş yüzlerine bak Hindu
inekleri kadar sakinler. Bu çok ilginç bir teori.” Bu sohbet ölümün
konuşulduğu ama ölmekte olan bir kişinin hissedebileceği tüm duyguların
kapsanmadığı terapi gruplarının da bir eleştirisi gibidir. Sadece acı ve üzüntü
paylaşılmakta, öfke, saldırganlık ve cinselliğe yer ayrılmamaktadır. Dövüş Kulübü
ise bu yarılmanın diğer tarafındaki duygulara izin veren ama acıya karşı
dayanıklılığı olmayanı dışına atan, üzüntüyü zaten kapsamayan bir grup halini
alır.
Marla’nın Jack’in gerçeğinin bir bölümünü görmesi ile oluşan
yakınlık hali de Jack için tehdit edicidir. Jack, Marla’dan nefret ediyormuş,
düşmanca duygular besliyormuş gibi görünürken bir yandan da gruplara dair bir
ortaklık kurar, evi yandığında aramaya yeltendiği ilk kişi o’dur. Yani o
yakınlık duygusunun karşıtını sürekli geliştirmektedir. Marla’nın gelişinin
yarattığı kaygılar belli ki görülmekle sınırlı değildir. Hissettiği cinsel
arzular da Jack için büyük bir zorluğu ifade eder. Nitekim, Tyler ortaya
çıktıktan sonra yaptığı ilk işlerden biri geceler boyu Marla ile sevişmektir.
Ama Marla’yla yaşanan cinselikten önce saldırganlığın açığa
çıktığı başka bir karşılaşma olur. Jack ve Tyler kıyasıya dövüşürler. O kavgada
hissedilen yoğun duygular ve sonrasında hissedilen rahatlama Dövüş Kulübü
fikrinin de başlangıcı olur. “Yaşadığımı
en çok orada hissediyordum. Ama Dövüş kulübü sadece başlangıç ve bitiş saatleri
arasında vardı. Birine çok iyi dövüş olduğunu söyleyebilsem de konuştuğum...
aynı kişi olmazdı. Dövüş kulübündeki kişiliğiniz dışarıdaki kişiliğinizden
farklıdır.”
Bir zamanlar Jack’in yaşamındaki temel uğraşı işi ve işi
dışında kalan zamanlarda alışveriş yapmak iken şimdi artık işte geçirdiği zaman
“boşa geçen zaman” “bir bekleme zamanı”dır. Alışveriş yapmayı ise tümüyle bırakmıştır. Bir
süre sonra işe gitmemenin tüm zamanını Dövüş Kulübüne ayırmanın yolunu da bulur.
Jack’in eşyalarla dolu ama
yaşantıdan ve duygulardan uzak, yalnız evinin yerini Tyler’ın eşyasız, kalabalık,
sürekli yaşayan, üreten evi almıştır. Kavgalar, bedeni yani ambalajı
hasarlarken bir yandan da içeride duyguların yeşermesine, hizalanmasına izin
verir. “Evet, bu morluklar dövüşten
kalma. Evet, onlarla yaşamaktan mutluyum. Ben aydınlandım.” Yara izleri,
kavgadan kalma izler, yaşadığına, acı duyan, endişe eden bir insan olduğuna,
bir diğer kişiyle yoğun bir ilişki içine girip başka birine yoğun duygular
hissederek kavga ettiğine delil gibidir. Bedeninde kavgadan kalma izler bulunan
bir beden ambalajı bozuk bir ürün gibidir, kendisinden uzak durulmasını söyler.
Örselenmemiş, bakımlı, yarasız, beresiz bir beden iyi, güzel, uyumlu, tam olanı
yansıtıyormuş gibi algılanırken tersi güvensizliğe, tekinsizliğe, tehlikeye,
kirli ve kötü olana çağrışım sunar. Bu çağrışım geçmişte Jack’i
kaygılandırırken şimdi keyiflendirir.
Dövüş Kulübünün kuralları aslında
çoğul kişilikleri sürdürmenin de koşullarıdır. Bunca zamandır saklamanın
zorluklarını yaşayan kişi böylelikle gizlenmenin hazzını da açığa çıkarır. “Dövüş Kulübü’nin birinci kuralı, Dövüş
Kulübü hakkında konuşmayacaksınız.” “Dövüş Kulübü’nün üçüncü kuralı, birisi dur
derse ya da sakatlanırsa kavga biter.” “Dövüş Kulübü’nün sekizinci kuralı, eğer
bu Dövüş Kulübü’nde ilk gecenizse, dövüşmek zorundasınız!”
Tyler, bir lidere dönüşür. Üyelerine dövüş ödevleri verir.
Verdiği ilk ev ödevi, gidip kavga çıkarmak ve dayak yemektir. Böyleylikle
dövüşçüleri, dayak yemek, beden bütünlüğünün bozulması, bedeninde yara, bere
izlerinin kalması, acıyla karşılaşma korkularıyla yüzleştirmeyi hedefler. Bu
ödevin diğer bir amacı bir gizli örgüte dönüşen Kulübün eyleminin
propagandasını yapmaktır. Böylelikle sokaktaki adama dövüşmek, yenmek ve
hissettirdikleri öğretilir. Kapitalizmin yenilmiş, arzusundan uzaklaşmış,
sinmiş kişisine birey olma şansı sunar kavgayla... Tyler dövüştükleri barın
sahibini korkutmak istediğinde onu döverek değil, kendisi dövülerek korkutur. Dövüş
mekanını, korkusuzluğu ve umursamazlığı ile kazanır.
Tyler ve Jack Olarak Bölünen Çağımıza Dair Güçlü Bir Söz: Dövüş Kulübü
Çoğul kişilik bozukluğunda,
kişilikler aynı kişiye ait olsalar da bambaşka kişilermişcesine (Jack ve Tyler
olabilecek kadar) farklılaşmışlardır. Öyle ki çoğul kişiliklerde “öznel yaş, cinsel kimlik, sistemik
hastalıklar, alerjiler, gözlük numarası, EEG bulguları, el yazısı, yazarken
kullandığı el, bağımlılıklar, dil becerileri” (Nancy McWillams, Psikanalitik
Tanı) bile farklılıklar gösterebilir.
Dövüş Kulübünün bunca ilgi
çekmesinin Jack ve Tyler karakterlerinin çarpıcılığı, aralarındaki ilişki ve
öykünün sürprizli sonu ile çok ilgisi olsa da filmin eleştirel sözünün de
kitlelerce çarpıcı bulunduğu unutulmamalı. Çağımız insanının depresif,
narsistik, anlam arayışından vazgeçmiş bu nedenle bir bakıma intihara eğilimli
gerçeğini yansıtan Jack ile arzularını hızlıca yaşama geçirebilecek yeteneklere
sahip, kavga etmekten korkmayan, cinselliğini yaşayan, düzenli işi ve uyum
sağlamayı reddeden karakter Tyler arasında bölünüşü filmde temas edilen temel
gerçekliği ifade ediyor. Tyler’ın karşı çıkışı salt tersini yapan bir ergen
isyanını ifade ettiğinden büyük riskler barındırıyor, yaşamı ve umudu üretmiyor.
Ezilmek istemeyen, başkalarının kontrolü altına girmek istemeyen bireyler
kolaylıkla ezen, baskı kuran, korkutan figürlere dönüşebiliyor.
Dövüş Kulübü şüphesiz erkek
dünyasına dair bir film... Yeniden “erkek”liği kazanmaya dair bir dert Dövüş Kulübününki...
Nitekim Tyler üyelerine şöyle sesleniyor;
“Burada yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. Bir potansiyel
görüyorum. Ama heba oluyor. Lanet olsun bütün bir nesil benzin pompalıyor.
Garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köleler olmuşlar. Reklamlara kanıp araba
ve kıyafet kovalıyorlar. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp ihtiyaç duymadığımız
şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Ne bir amacımız var ne de
bir yerimiz. Ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani
bir savaş en büyük buhranımız hayatlarımız. Televizyonla büyürken bir gün
milyoner bir film yıldızı ya da Rock yıldızı olacağımıza inandık ama
olmayacağız. Bunu yavaş yavaş öğreniyoruz ve çok ama çok kızgınız.”
Erkeklerin endişesi, erkek
olamamak... Filmin tartışmaya açtığı sorulardan biri de şu; binyıllardır süren
erkek egemen bir geçmişin izini bugünde sürdüğümüzde gerçekte erkeğe egemen
olan kim? Erkeğe egemen olan “erkek”likler filmde baba, patron ya da tanrı
olarak tanımlanıyor.
Erkekliği kaybetme, hadım
edilmeye dair endişeler daha filmin en başından tıbbi nedenlerle hayatta
kalmasını sağlamak için hadım edilen adamların bulunduğu testis kanseri
grubundaki anlatılardan görünür oluyor. Sonrasında evini kaybeden Jack’e
Tyler’ın söylediği “Daha kötüsü de
olabilirdi. Kadının biri sen uyurken penisini kesip arabanın penceresinden
atabilirdi.” sözüyle vurgu devam ediyor. Emniyet Müdürünü de iğdiş etmekle
tehdit ettikleri sahnede, vahşi biçimde açığa çıkarılıyor.
Kapitalizmin kadın bedeni
üzerindeki metalaştırıcı izlerinden söz ederiz genellikle. Dövüş Kulübü filmi,
erkek bedeni üzerinden de yeniden düşünmemizi sağlıyor. Bob karakteri bunu
düşünmek için iyi bir örnek sunuyor. Bir zamanların en iyi vücuda sahip
Amerikalı erkeklerinden biri iken tam da o hale gelmek için kullandığı doping
ilaçları yüzünden kocaman memeleri olan ve testisleri bulunmayan birine
dönüşüyor. Dışarıyı süslerken içeriyi yok eden, çerçeveyi parlatırken resmi
silen bir düzenle karşı karşıya olduğumuz gerçeği Bob’un bedeninin geçirdiği
dönüşümle bir kez daha anlatılıyor.
Filmin sonunda Jack açıklar. “Ve o anda her şeyin tabancanın bombanın ve devrimin Marla Singer
adında bir kızla ilgili olduğunu fark ettim.” Marla... Yani öyküdeki tek
kadın. Marla’yı iki erkek karakter arasında süren erotik oyununun bir aracı
gibi de düşünebiliriz, iki erkeğin birbiri ile bir yandan dost olduğu diğer
yandan kadın için rekabet ettiği bir oyunun içinde olduğunu da... İşte yine
Jack söylesin; “Hani damağınızda
dilinizle oynamasanız geçecek küçük bir yara olur ya işte Marla öyle bir şey.”
Marla karakteri de aslında klişe bir psikoloji sözünün
sinema ekranlarından bağırmasıdır. “Erkekler saldırganlıklarını başkalarına,
kadınlar kendilerine yöneltiyor.” İşte filmde de böyledir. Marla intihar eğilimli
ve depresiftir. O da Tyler gibi düzene uyum sağlamayı reddetmiştir ama reddi
bir isyan içermez, kendi halinde ve içe dönüktür. Kendisine “et parçası” diyen
biriyle sevişir, Jack’in kötü davranmalarına karşın o eve gelmeyi sürdürür. İki
kişilik arasında kalırken sorularının yanıtlanmasını talep etmez. İlişkide
belirlenendir.
Sistemden Çıkış Yok: Kaos Projesi...
Tyler tüketime dair gerçek ve iyi
bir eleştiri ile çıkıyor yola; Tükettiklerinizin önemli bir bölümü gerçek
ihtiyaçlarınız değil. Üstelik ihtiyaçlarınızı da kendiniz belirlemiyorsunuz.
Hem ürettiğinizden çok daha fazlasını tüketiyorsunuz hem de tüketerek mutlu
olmayı hedefliyor ancak ve sadece daha fazla zincire bağlanarak özgürlüğünüzden
oluyorsunuz. Ne için tüketiyorsunuz? Tüketim için tüketiyorsunuz. Bir anlamda
amaçsızlaşan faaliyetler toplamı olarak sunuluyor çağımız insanı...
Sonra gerçek duyguların ortaya
çıkması, acının yaşanması ihtiyacını ortaya çıkaracak bir araç olarak kavgayı
getiriyor. İki kişi, erkek erkeğe, gittiği yere kadar dövüşmek... Epey tutkulu
iş. Tüketimin azalttıklarını çoğaltalım. Ama iş burada kalmıyor elbette. Bunu
yaparken aynı zamanda çocuk filmlerinin arasına porno görüntüleri
yerleştirmeyi, zenginlerin gittiği restoranlarda çorbaların içine işemeyi,
düşmanca ve intikam dolu eylemleri de sürdürüyor. Bütün olmayı engelleyen bir
şey katıyor dünyaya, iğreti, uyumsuz parçalayan bir şey... Çorbadaki çiş, çocuk
filminin ortasındaki penis, ya da kapitalizmin orta yerinde Dövüş Kulübü...
Zenginlerin yağından önce sabun sonra patlayıcı yapıyor örneğin. İnsan yağından
sabun yapmak Nazileri hatırlattığı için çok kışkırtıcı bir yandan... Diğer
yandan hijyene, kapitalizmin nezih ve steril alanlarına da bir eleştiri
sunuyor.
Ve öfkesi, nefreti bir türlü
dinmeyen Tyler, Jack karşısında güç kazandıkça planlarını geliştiriyor. Dövüş Kulübünde
örgütlediği adamlarla Kaos projesini planlıyor. “Kaos projesinin uygulama ekibi 12 binanın taşıyıcı sütunlarına
patlayıcı yerleştirdi.” Çünkü Tyler’a göre “Her şeyin yıkılıp, bütün borçların silindiği bir sistemde; yeniden
başlamak, yeni bir hayat kurmak daha kolay olacaktır.” “Sadece bir felaketten
sonra yeniden dirilebiliriz” Ancak planının tamamını Jack’e söylemediğinde Jack
ve Tyler’ın birleşen yolları yeniden ayrılmaya başlar. Jack, Tyler’ı durdurmak
için yola çıktığında Tyler’ın ondan saklanmak ve kendi planını korumak için
hazırlıklı olduğunu görür. Son sahnede Tyler’ın ağzına silah dayalıyken “Bir an için Tyler'ın kontrollü patlatma
planını unutup acaba o tabanca temiz miydi diye düşündüm.” demesi ironik
biçimde anlamlıdır.
Tyler, tüketimden, zenginlerden,
tutsaklıktan, baskılardan nefret ediyormuş gibi görünürken asıl olarak kendi
içinde de olan pasif tarafa, üzüntüye, gözyaşına, dişiye öyle nefret doludur ki
sonunda bir bakıma “halk düşmanı”na dönüşür. “Elime bir tüfek alıp türünü korumak için çiftleşmeyen her pandayı
vurmak istiyordum. Petrol tankerlerini açıp o hiç görmeyeceğim Fransız
sahillerini pisletmek istiyordum. Duman solumak istiyordum. Ne yapıyordun
psikopat çocuk? Güzel bir şeyi yok etmek istedim.”
Film bittiğinde “Eğer
şimdi ölseydin yaşamın için ne düşünecektin?” sorusu Tyler’ın sesiyle kulaklarımızda
yankılanırken bina yıkan Tyler’ın sadece bu eylemleriyle sistemi yıkamayacağı,
yıkamadığında da ona hizmet edeceği üzerine düşünürken buluruz kendimizi. Tyler-Jack
yalnızlaşmış, yabancılaşmış ve çaresiz kılınmış bireyin sistem dışına çıksa da
sistemin “alter”i olmaktan öteye gidemeyeceğini açık biçimde bir kez daha
gösterir bizlere...