25 Nisan 2017 Salı

Bir Çocuğu Umursamayanın Koca Bir Dünyayı Umursayacağına Kimse İnandıramaz Beni  


Çocuk insan, yetişkin insanın basit olanı değildir. Bir çok açıdan daha karmaşık bir yapıdır hatta... Daha diyalektik yanları vardır her açıdan. Hep öğrenecek, sürekli bizden öğrenecek değiller. Onların bildikleri var, hatırladıkları var, fark ettikleri var. 
Bir sürü büyük laf edilecek bugün diyeceğim ama belki artık o da pek edilmiyor, o bile edilmiyor diyeyim.
Yetişkin yetişkini dinlemiyorken yetişkin çocuğu mı dinleyecek yetişkin kendini bile dinlemiyorken... Bir tanecik ömrü olduğunu unutmuşken, keyif almayı, heyecanlanmayı, insanlardan büyülenmeyi unutmuşken, öylece seyretmeyi, sahip olmadan tadını çıkarmayı bilmiyorken... Ki sahiplik ilişkisi zaten yoğun yitirme kaygısıyla sürekli yaşamayı getirir beraberinde bi tatsız haldir... Çocuk keyif alarak öğrenmenin peşindedir. Yetişkin içinse çoğunlukla keyif ne ki? Ya da çoğu yetişkin keyif aldığı alanı gündelik yaşamından, ürettiklerinden tümüyle ayırıyor. Bildiğiniz yabancılaşma yani... İlaçlar, ilaçlar...
Oysa çocuk öyle mi? Hep bir bütünlük peşinde. Hem oyun olsun, mümkün olduğunca kendiliğinden olsun, eğlence olsun, öğrenme olsun, merak olsun, keşif olsun... Yemek yemek de öyle, ev içi gündelik hayat da, okul da...
Çocuk güzeldir sözü içi boşalmış biçimde kalmış. Çocuk niye güzeldir? Bu soru üzerine düşünseniz bile iyileşmek için ihtiyacınız olanla karşılaşacaksınız.
İnsanda iyiliğin alanı genişleyebilir mi kötülüğün karşısında? Bu soruya umut dolu bir yanıt verebilmek için genellikle çocuklara bakarım ben. Aslında başka türlü olunabileceğinin ispatı gibidir varlıkları...
Onları dinlemeyi deneyin. Ne cevap vereceğinizi düşünmeden, küçümsemeden... Merakla dinlemeyi, dünyalarına biraz da olsa girmeyi deneyin, davet edilmeniz bile büyük şans zaten. Evinizdeki ya da yakınınızdaki küçük mucize (onları gerçekten öyle görüyorum) size aramakta olduğunuz anlamı fısıldayacak... Boş verin bugün de yapmasın ödevini, siz de boşverin çekmece düzeltmeyi bir solukluk zamanda onun mekan, zaman, cinsiyet sınırlaması olmayan hayatına dahil olun göreceksiniz sadece onunla değil kendinizle ilgili de çok şey keşfedeceksiniz. Üstelik oyun ikiniz için de gerçek anlamda sonlandığında herkesin hazmetmek için köşesine çekildiğini göreceksiniz. Size yapışan çocuk gidecek bir süre de olsa kendi kendine kalabilen bir çocuk gelecek.
Gerçekten dinlemek için gerçekten merak etmek gerektiğini biliyorum. Gerçekten merak etmek için anlam arayışında olmak gerektiğini de... Anlamsa yaşamı bir çocuk için iyiye doğru değiştirdiğinizde gelecek. Amaaan ne boş laflar diyenler kocaman ve mühim işleriyle uğraşmaya devam etsinler. Benim de kitlelerle ilgili derdim var elbette ama işte bir çocuğu umursamayanın koca bir dünyayı umursayacağına şu saatten sonra kimse inandıramaz beni...  23 NİSAN 2017

Olanı Vaad Et  

Alışveriş yapmayı sevmiyorum. Alışveriş Merkezlerini hiç sevmiyorum. Kabinlerden nefret ediyorum. Listeyi uzatabilirim ama kısa keseyim.:) Ama çocuk varsa mecbur daha çok alışveriş yapıyorsunuz. Her yıl değil her mevsim büyüyorlar bir de okuldan ansızın şöyle bir şey geliyor "yarın da japon olacaklar" ertesi gün "öbür gün de ispanyol olacaklar" ben nasıl uyum sağlayayım bu dünya çocukları haline. Evde bir kostüm depom yok ki :)Neyse mecbur alışveriş yapılacak peki nasıl olacak? İnternetten alıyoruz. Daha kolay. Kabin yok bir defa. Bir de mağazalarda herkes konuyla ilgili benim asla kaynağına ulaşamadığım eğitimleri almış gibiyken burada o bilmişlik de yok.
Neyse internet sitelerinde de bir ürün oluyor mesela tam beğeniyorsun altındaki yazıya bakıyorsun "tükendi" yazıyor. Ee tükendiyse silsenize yahu... Yok silmiyorlar. "Baaaak ben de neler vardı ama tükendi acele etseydin yetişirdin".
Tabii internette bile alışverişte kalamayan ruhum bu "tükendi" ifadesinden nerelere gitti. Düşündüm de bazı insanlar kendilerinde çoktan tükendiğini bildiği halde sevgi varmış gibi, istikrar, süreklilik varmış gibi, elseverlik, özveri varmış gibi, hiç bir umudu, hiçbirşeye inancı kalmadığı halde inancı varmış gibi, gram cesareti bulunmadığı halde o da varmış gibi yapmıyor mu? Arkadaşlık, dostluk sürdüremeyeceksin sen kendini biliyorsun e be insan niye varmış gibi yapıyorsun? Kapitalistin tükenen malını vitrinden indirmemesi gibi sen de yokluğunu bildiğin oldurmaya da çalışmadığın şeyleri sırf kandırmak için mi yüzüne gözüne, ağzına diline asmaktasın?
Neyse bu da benim öznesiz serzenişim olsun.
Olanı vaad edenlere iyi geceler...

Masal mı film mi?  


İnsanın masalla ilişkisi yüzyıllar içinde değişmiş. Masallar sadece çocuklar, bu konuda araştırma yapan akademisyenler ya da edebiyatçılar için var, sanılıyor artık. Çağımız, iş, eğlence, eğitim işlerinin birbirinden ayrıldığı bir yabancılaşma çağı aynı zamanda. Hal böyle olunca masallar da çocukları eğitmenin bir aracına dönüştü. Binyıllarca dilden dile süzüle süzüle billurlaşmış masallar, acemi yazarların elinde budandı, özgün formu bozuldu. Masalları böyle yapay müdahalelerle değiştirmek ve tarihsel kökünden koparmak kolaydı da insanı tarihselliğinden koparmak olanaksızdı. Dolayısıyla yaşadığı toplumun halini anlamak için çocuklara yardımcı olan, duygusuna tercüman olan, söylenmesi zor olanı, bilinçdışından geleni söze döken masalların yerini çocukların ahlaki yargıları öğrenmesini hedefleyen masallar aldı. Kırmızı Başlıklı Kız’ı yemeyi aklından bile geçirmeyen, havuçla beslenen kurtlar konuldu masala misal… Ama dışarıdaki hayat savaşla, yıkımla, sömürüyle doluydu.
Diyelim ki çocuğumuzu yalan söyleyerek dışarıdaki hayattan koruduk bir biçimde. Kendi “cennet” sitelerimizi inşa ettik, duvarlar ördük… Ama ya televizyon, sinema, bilgisayar oyunları… Orada alabildiğine şiddetle karşılaşırken salt iyiliğin olduğu öykülerle dolu kitapları sevmesini bekledik çocukların pek de sevmediler haliyle… Kitaptan uzaklaştılar. Bir yandan ekrandan karşılaştığı zombiler, katiller, kan ve cinayet öyküleri varken diğer yandan cicilik, nezaket ve zerafetten ibaret kitaplar üretip salt buna indirgenmiş bir okuma faaliyetinin kendisinin kapitalizmin çokyüzlülüğüne, yabancılaşmış hayatına uyum göstermiş bir ebeveyn iki yüzlülüğü olduğunu düşünüyorum. Ve diyorum ki yapmamız gereken tam tersi oysa… Nasıl mı?
Çocuklara masal okumak, mitolojik öyküleri anlatmak ama ekranla ilişkisini (sinema dahil) olabildiğince sınırlamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü biz istemesek de kötü olaylar, kayıplar, ölümler, ayrılıklar, saldırılar, savaşlar yaşanıyor ve kötü her hangi bir olayı dinlemekle görmek arasında büyük fark var. Özellikle çocuklar için… Çünkü dinlediğinde kendi hayal gücünde kendi imgelerini yaratırken izlediğinde başkalarının düş gücü ile başkalarının zihni ile uğraşıyor çocuk.
Çocuklar bize oyunlarında rol verdiklerinde gerçekten role girebilmek mühim iş. Birçok ebeveyn bunu yapamıyor. Çocuk diyor ki “Bak baba kurt şimdi bu kuzuyu yemiş”, baba oyuncu azıcık bir saldırganlığa tahammül edemeyip hemen yanıt veriyor “aaa kurtla kuzu kardeş kardeş oynasınlar yavrum”…  İşte böyle yanıt vermemek lazım. Çocuk nasıl diyorsa öyle oynamalı. Birinin dünyasına girip değiştirmek bu kadar kolay değil çünkü.  Oyunda çocuk isterse dövüşebilirler, bir karakter diğerini yiyebilir, saldırgan temalar da sevgi dayanışma temaları ile birlikte gelebilir. Çocuklar yüce gönüllüdür, bazen berbat oyuncular olmamıza rağmen bizi oyunlarında tutarlar, masalları onlar kadar iyi anlayamasak da bizimle paylaşmak isterler. Onların dünyası açıktır, biz eğer her şeyi bildiğimiz iddiasından vazgeçip girmek istersek büyülü bir alana geçiş yapma şansına kavuşuruz. Hem oyunlarda böylesi müdahalelerde bulunup hem de berbat filmlerin olduğu televizyon ekranları karşısında çocukları kontrolsüzce bırakırsak çocuklarımızın gözündeki güvenirliğimiz de sarsılır. Eski tip düdüklü mahalle bekçilerinden farkımız kalmaz onlar için… Bekçi geçerken uslu durmanız yeterlidir, eğer sizden şüphelenirse ya da sizi durdurmak isterse düdüğünü çalar, ama eğer onlar yoksa sokakta aklınızdan ne geçiyorsa yapabilirsiniz.
Peki ne okumalı çocuklara? Mümkün olduğunca kök masallar bulunmalı okunmalı, mitolojik öyküleri uyarlayarak (sadece küfür, şiddetin dozu ve cinsiyetçilik açısından) çocuklara anlatmalı… İçinde ölüm olsun, kıskançlık, utanç, kötü anneler-babalar, berbat kardeşlikler… İyinin yanında kötü de, en güzeli iyinin içindeki kötü de olsun, gittiğiniz mekanların tarihi öykülerini anlatın, Çanakkale’de binlerce askerin öldüğü öyküsüz vahşet anlatısı mı daha masum yoksa Truva destanı mı? Buna kim karar verecek… Çanakkale Savaşı’nda ölenleri anlatacaksanız orada ölen her ulustan garibanın hikayesinden bahsedin misal, Anzakların, İngilizlerin evini bırakıp gelişinden, Anadolulu Türk’ün, Kürd’ün, Ermeni’nin, Rum’un yalınayak, aç karınla içine bırakıldığı savaştan… Truva’yı anlatırken hem işgalcinin hem işgal edilenin dramını, savaşın saldıran için de savunan için de ağır bedelleri olduğunu aslında kazananın da kaybettiğini söyleyin, Ulysses’in hasret dolu, zorlu öyküsünü anlatın, savaşmamak için, savaşın erken bitmesi için yaptıklarını, evini yuvasını nasıl özlediğini… Bu hikayeler kalır dimağda… Kuru öğütler değil… Kim anımsar ki nasihatleri… Nasihat ancak o şey başımıza geldiğinde, uyarılan “hata”yı işlediğimizde akla gelendir. Öyküler unutulmaz. Çocuklarınızın ruhsal olarak dayanlıklı olmasını istiyorsanız masal tohumları ekin içine. Görselini kendi düş gücüyle üretsin. Onları bütün bir sinema sektörünün kâr için tüm olanaklarını kullanarak korkutucu hale getirdiği figürlerin görselleri ile karşılaştırmakta sakın acele etmeyin.
Son sözü büyük hikaye ustası Ursula’ya bırakmak istiyorum; “Masalda “doğru” ve “yanlış” yoktur, belki de uygunluk diyebileceğimiz farklı bir standart vardır. Hiçbir koşul altında yaşlı bir kadını fırına itmenin doğru ve etik açıdan erdemli olduğunu söyleyemeyiz. Ama masal koşullarında, arketiplerin dilinde bunu yapmanın uygun olduğunu tereddüt etmeden söyleyebiliriz. Çünkü bu durumda ne cadı yaşlı bir kadındır ne de Gretel küçük bir kız. İkisi de ruhsal unsurlar, karmaşık bir ruhun ögeleridir. Gretel, kadim çocuk ruhudur, masum, savunmasız; cadı ise kadim kocakarıdır, sahip olan, yok edendir, size kurabiye veren ve sizi kurabiye gibi yemeden yok edilmesi gereken annedir, yok edilmelidir ki siz de büyüyüp anne olabilesiniz. (…) Çocuklar yetişkinler kadar iyi ve kesin biçimde anlarlar, çünkü zihinleri kollektif bilincin geleneksel ahlakçılığıyla, tek yanlı, gölgesiz yarı gerçekleriyle doldurulmamıştır henüz.” (Ursula K. Le Quin, Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar)

21 Nisan 2017 Cuma

 Tupperware   


Seçimlerden konuşup dururken aklıma diğer seçim anıları geldi. Geçen yerel seçimlerde İstanbul'da oturuyordum. Üsküdar Belediyesi için CHP'ye oy vericem. Sıramı bekliyorum. Bizim alt komşu aynı zamanda apartman yöneticisi de yanımda. Sınıfın önünde sıramızı tespite çalışıyoruz. Kimlik bilgilerimiz yazıyor. Aaa bi baktım bizim komşu Ermeniymiş. 3 yıldır her gün selamlaşıyoruz. Evine giderim, evime gelir. Bilmiyordum. Tunceliliyiz diyordu. Ben sanmıştım ki... Şaşırdım ama çaktırmadım. Gülüşüm suratımda büyümüş olmalı. Aman yadırgadım sanmasın diye daha bir yakın olma halleri... Sonra oy vermeye girdim. CHP'ye bastım mühürü... Çok heyecanlıyım ve de suçluluk hissediyorum. CHP Adayı da eski bir müftüydü. Ben marksistim. Zarfı iyice yapıştırayım diye yalarken dilimi de kesmeyim mi? Kağıt kesiği çok acıyor hele dilde olunca...
Ertesi gün komşum geldi. Hiç politika konuşmazdı zaten. Ama ben merak ediyorum öyküsünü. Ben geçmişi soruyorum o sattığı tupperware leri anlatıyor. Demek ki istemiyor diye devam etmiyorum sorularıma. Neyse bizi bi ayrı severlerdi o da yeter. Kendi ağzından politik bir tek laf duymadım Ermeni ya da Hristiyan oluşa dair de... Acı gerçekten... Türkçeleri çok iyiydi tüm ailenin... Kürt bir aile de vardı onların da Türkçesi gayet iyiydi ama karşımızdaki Giresunlu ailenin konuştuklarını tövbe anlamıyorduk. Türkçe konuşuyorlardı oysa. Çok da konuşuyordu kadın. Hiç anlamıyor o konuşurken başından sonuna dek gülümsüyordum. Gülümseyerek anlaşıyorduk. Güzel günlerdi, güzel insanlardı.
Dilimin iyileşmesi epey sürdü. Onca tereddütlerle verdiğim canım oyuma rağmen CHP Üsküdar'ı az farkla kaybetti. Seçim çalışması için "açar yedivereeeen kan çiçekleri" şarkısıyla mahalleyi dolaşan muhtara oy vermiştim o seçildi çok sevindim. Ama sonra görevden alınmış meğer ben Ankara'ya taşındıktan sonra...
Biz de mutlu bir seçim anısı yok sayın seyirciler...
Bu defaki de böyle oldu malum...
Zaten temsili demokrasiyle olacak işler değil bunlar... Evet biraz tupperware alıyoruz ama gülümseyerek anlaşmak dışındaki konuşmalar için daha çok güvene daha çok taban demokrasisine ihtiyaç var.
Ve ricadır sosyal demokratlardan devrim yapmasını beklemeyiniz. Kılıçdaroğlu bir sosyal demokrattır, parti içi muhalefetteki alternatiflerinin önemli bölümü sosyal demokrat olmadıkları gibi sosyal de demokrat da değillerdir. CHP tabanıyla başka işler düşünmeli. HDP'de de Altan Tangiller gibiler hariç bir kitle... İkisi bi yanyana gelse mis gibi olur ülke...

13 Nisan 2017 Perşembe

Dün bugün yarın   

"Gücenmedim beklentisizdim" dedi.
"En derin güceniklik beklentisizlik değil midir?" 
Düşündükçe sustum 
Gece yürüdü
Ay'la..
Sabrın tesbihi usta bir elde çevrilirken
Bir acemi hevesle almaya yeltendi
Usta el istemeyerek tereddütsüz uzattı
Bir iki üç cevirmede
kopan ip
Dün bugün yarın
Taş zeminde çın çın çın
Dağılarak birbirine karıştı
Üzülen usta, küsen acemi oldu...