22 Aralık 2016 Perşembe

ŞAMAN 

Alışmak yara kabuğudur
Atar damar kesiği durmaz.
Ve alışmanin dindirmedigi kanı
Ateşle dağlamak için
yangını göze alan bir diğeri lazımdır.
Mağaranin duvarlarini maviye boyuyor
Esrik bir kadın şaman
Tekil bir dansla
hep aşkla
İnsan içinin diğerinin gözlerinden kendini sakınmaya başlamasından bu yana bağırıyor
Ey kapı ört kendini
Ort kendini
Ve fakat geçmiyor urpermesi
Mavisi
İnziva
Demiri dağla kanla
Gözlerine sürme'den mühür vur'an
Dokun omzuna tarihin
Sonra dinle
Sonra dayan
Pıhtı olmadan

Pazar  

 Pazar günü Abdi İpekçi Parkından geçtim. Nasıl kalabalıktı dirsek dirseğe yürüyorsun neredeyse... İnsanlar soğuğa bombalara rağmen sokakta. İyi bir şey diyeceğim ama insanın hakkında ne düşüneceğini bilemediği türde bir kalabalık. Her yan isportaci... Devlet kişilerinin kaç boyutlu portreleri her yanda satılıyor. Herkesin ağzından soğuk buharları fışkırıyor. Her zaman fiskiyelerden akan suyla dolan havuz donmus. Donan suyun üzerinde havuzun ortasında iki köpek açılan küçük bir delikten su içmeye çalışıyor. Her an buz kırılabilir içine düşebilirler ama o kalabalıkta kimse onları görmüyor bir tas su dahi vermiyor bir yandan insanlar da cok üşüyor ama diyorum bir yandan eğer o su gibi buz tuttuysa artık memleket insanın yüreğinin en yufka yeri yani kim ne yapsa kar etmez hani..
Bir başka bakış açısından da şöyle diyeyim kalplerimiz soğudukca hepimiz o buzdan zeminin üzerindeyiz.
Ve canım köpekler kimbilir şimdi neredeler? Ve bizim ayağımızın altındaki buz acep kaç santim?

9 Aralık 2016 Cuma

SALINCAK 

Geceleri
Gölgeler birer birer terk ederken gerçeğini
Düş salıncağı yakamozlar üzerinde
Rüzgarın ellerinde
Ve
Ayak parmakları denizde kırpışmakta iken;
Işıklar saklambaçta, rüya çocuktur
Kırmızı karanlıkta da var olur
İnsanı bilmek zorlaşıyor
Her gün yeni biri zorbalaşıyor
Sen ona gecede bak... Ve gölgesi çocuksa biraz daha yakınlaş...
Salıncak yıldızlara kadar gidiyor kaçtır
Ama sonra bitiyor
Başlıyor yer çekimi
El sallıyor bir çocuk
Yine gel diyor
Yine gel
İnsan dediğine oyunsuz katlanılmıyor.

2 Aralık 2016 Cuma

KARANLIKTA UYANANLAR 

Sabahları 8'de uyanıyorum. Kış günü o saat bile karanlık ve soğuk. Çalıştığım ergenlerle günlük planlarını konuşuyorum. Sabah 5'te uyanan var 6'da yola çıkan var. Çok canım sıkılıyor gençlerin haline. Çocuklarınkine içim kararıyor. O saatte kalkan 4 ya da 5 yaşındaki bir çocuğu düşünmek bile istemiyorum.Biliyorum ki İstanbul'da durum çok daha fena. 7'de 7 buçukta ders başlatan okullar var. Eskiden akşam lisesi gece üniversitesi bir şeyler varmış bunlar da gece anaokulu, seher kreşi gibi adlandırılsa ya...
10 yıldan fazladır ergenlerle çalışıyorum. Genç yetişkinlerle çalışırken dinlediğim anılarda da var. Onların servis yalnızlıkları çok acayip bir konu bilemezsiniz. O yorgunlukları, yorgunluktan kaynaklı güçsüzlükleri... Ankara'ya taşınmamın en önemli nedenlerinden biri kızımın uzun servis saatleri geçirmesini istememem ve İstanbul'da bunun olanaklı olmaması...
İşçilerse zaten sabahın köründe kalkmak zorunda. Öyle olunca da çocuklarının o karanlıkta bir yere bırakılması lazım zaten. Şimdi bir de saatleri geri ileri bir şey yapmadık (bu konu hep kafamı karıştırır) iyice karanlık her yer...
Çok sevgili Vedat Türkali'nin senaryosunu yazdığı Karanlıkta Uyananlar filmi hem işçi sınıfının sabahları çok erken uyandığı ve film de onların öyküsünü anlattığı için o adı alır. Hem de daha gün ışımadan ülke, dünya, fabrika, okul, semt her neresiyse mecaz anlamda karanlıktayken bilinçlenip örgütleneni ifade eder.
Neyse demem o ki karanlıkta uyananlara Günaydın göndereyim. Karanlıkta uyanmak her anlamında zordur diyeyim. Hepimizin saatlerini falan bir düzeltsek de makul bir saatte beraber uyansak şeklinde de bitireyim.