28 Ağustos 2017 Pazartesi

Hem Sistem neydi?

Bugün gittiğim kuaförde bir kadın kendisini arayan arkadaşına "50.000 bakımındayım hahahaa" dedi. Akşam eve dönerken bir otobüsün üzerinde şöyle bir yazı gördüm "acınızı paylaşıyoruz" aa ne ki diye bakınca çiğ köfte reklamı olduğunu anladım. 
Sonra arabaların arkalarına adamlar çocuklarının (oğul olanların tabii ki) adını yazmıştı; "Furkanım oğlum"... Sanırsın bindiği vosvgoeni Furkan icat etmiş. "Cihan: Oğulların hası" Niye has pardon? Neyse zaten o babaların o oğullara nasıl davrandığı da sır değil.
Sonra bir de bizim ofisin sokağında bir arabanın (çok kıymetli bir araç olmalı) habire (ben seansta falanken misal) alarmı ötüyor. Öyle iğrenç bir ses ki...
Sonra dün gece İdil güçlükle uyuduktan sonra ben Game of Thrones izlemek üzere harekete geçtim. Kararlı ve sessizdim ki o sırada bir sünnet konvoyu geçti sokaktan... Gece saat 12yi geçiyordu. Konvoy 50 gürültülü araçtan falan oluşuyordu. Çocuk uyanmasın diye açık duran her yeri kapattım. Uyanmadı ama hastaları düşündüm, yaslıları düşündüm. Böyle bir davranışı asla yapmayacağımı düşündüm. Asla yapmayacağım çok yanlış bulduğum davranışların çoğunu meşru, meşru bulduğum bazı şeyleri de yanlış bulan bir toplumda yaşamanın güçlüğünü düşündüm. Üzüldüm kendime. Harbiden üzüldüm kederlisinden.
O sokaktaki arabanın alarmı zaman zaman beynimde de ötmeye başladı. "İğrençsin kapitalizm" diye düşündüm.
"Var gücümle seni hiç sevmediğimi, ne kadar aptal olduğunu gördüğümü, gerçeğini bildiğimi anlatmak için elimdeki tüm araçları kullanacağımı bilmeni isterim" dedim sisteme doğru... Elimde de pek bir araç yoktu ama işte bölf de yapmıyordum, samimiydim. İkimizde biliyorduk (yani sistem ve ben). Hem Sistem neydi? Çiğ köfteci, belediye otobüsü reklamcısı, arabasının alarmını hepimizin hissettiklerinden mühim sayan kişi, kendini araba sanan kadınlar, arabasını oğlu zanneden babalar, sahte oğul övücülükle şişirilmiş erkeklikler, sünnet konvoyu... Gözlerimi kısarak ufka baktım ve tekrar ettim "iğrençsin kapitalizm"...

25 Ağustos 2017 Cuma


İç Dökmeler  

*İnsanların düşümdeki, düşüncemdeki halleri gerçekliklerinden tabii ki farklı oluyor herkeste olduğu gibi... Bendeki içsel imgeler baya yüceltilmiş genellikle... Sevme eğilimi ve ihtiyacı ile düşüncede yoğun bir gerçeklik ihtiyacı benim ızdırabımın kaynağıdır diyeyim. Çünkü genellikle olandan daha iyi kurgularım tek tek insanları. İlan edilmiş bencilliklerini bile reddedebilirim bir yere kadar. Ama sonra gerçekliğe tutkun yanım çıkar. Yakar da yıkar. Neyse... İnsanlığa dair de öyle... Sabırlı, anlayışlı, bir gün daha iyi olacağına dair umutlu yaşarım hayatı. İnsanlık umarım benim kurguladığımdan daha bile iyidir aslında. Diyeceğim o ki bazen değil sıklıkla gerçek olandan imgesel olana kaçmak istiyorum. Hem insanların gerçek halleriyle konuşurken tahammülde zorlandığım "daha daha nasılsın" muhabbetleri o iç sohbetlerimde olmuyor. Herkesle mühim bulduğum konularda konuşuyorum. Ben soruyorum onlar söylüyor, onlar söylüyor ben soruyorum. 
*Jaguarın Gözleri'nin ilk baskısından çok az sayıda kaldı. Biliyor musunuz alındı kitap ve alanlar okudu ve çok güzel şeyler duydum ya da okudum roman hakkında. O zaten benden çıktı artık sizdedir. Eleştiri gibi söylenen bazı şeyler de katkı sağlasa iyi olurdu ama somutlanan bir şey olmadı. Birkaç kişinin (bazısı okumamıştı bile) burun kıvırmaları biçiminde idi hepsi o. Neyse sağolun, varolun demek isterim. İkinci baski umuyorum çok yakında. Yazma şevki içimdedir, artarak devam ediyor. 
*"Bir sözün coşkusuyla dönüyorum hayata" diyor ya şarkı... Bu dizeler de gitmiyor günlerdir benden ve iyi geliyor. Size de hayata döndürecek coşkuyu verecek sözler diliyorum ama önce sözdeki anahtara uyumlu kilit lazım. Bulmak için aramak gerekiyor bazen ama inanın o zahmete değer. Müzik de her zaman yardım eder.
*Yaz bitiyor ve bir kez daha Murathan'ın "Yaz Geçer" şiiri düşüyor payıma. Yaz geçer ne güzel anlatım. Yazınca biraz geçiyor gerçekten. Acısı yanı... "Zamanla yerleşir yaşadıkların" yazınca da öyle oluyor genellikle... İsterseniz şiiri okuyun yeniden...
*Denizin altından korkmak, bilinçdışından korkmakla ne kadar benzer. Ben denizaltını büyülü buluyorum. İlla görmem gerekmez. Yüzerken mesela denizin içinde bir yaşam olması, tümüyle benim kontrolüm dışında olması ve ısırabilecek, zehirleyebilecek canlıların olması ürkütücü gelmiyor. Teslim olabiliyorum denize... Akabildiğim için mutluyum. Şimdilik hayatla da öyle... 
*Artık kırk yaşımdayım. Gençliğimi çok özlüyorum ne yalan söyleyeyim. Ama çok zor geliyor yeniden genç olmak herşeyi tekrar yaşamak istemezdim.Bu yaşlar da güzel. Çünkü daha umarsız, rahat, daha bilgili... 
*Aslında şu an çalışıyor, bir şeyler okuyor, yazıyor olmam gerekirdi lafa daldım. Belki birilerinin de benimle laflayası bir takım işlerden kaçası olur. Denizaltında yaşayan canlıları düşünün biraz. Orada öylece kıymetli hayatlarını sürdürüyorlar. Bizim hiç hiç haberimiz olmadan... Ben biraz ahtapotları düşünücem misal. Geçenlerde DNA'larının dünyaya ait olmadığına dair bir şeyler okumuştum. Onların uzaylı olmaları üzerine, tuttukları kayıtlar üzerine kurgusal bir dünyada gezeyim biraz... İşte şimdi de bendeki ahtapotlarla gerçekteki ahtapotlar arasındaki farkları görüyorsunuz. Durum böyle yani... İncitmeyiniz beni, bizi, birbirinizi ve ahtapotları...

24 Ağustos 2017 Perşembe

Su Damlası  

Eskiden lisedeyken hatta daha da eskiden ortaokulda falan anket defterlerimiz olurdu. Ilginç buldugumuz sorularla birbirimizi tanimaya, birbirimizde kendimizi keşfe çalışırdık. 
Bugün o defterlerdeki gibi bir soru geldi aklıma. 
Bir yağmur damlası olsan nereye düşmek isterdin? 
Bu soru aklıma denize düşen damlaları izlerken geldi. Bir kavuşma, kucaklaşma anı gibi... Sular sulara...
Peki illa düşmek mi lazim? Ayrılmak için bir vakit aynı olmak, coşkuyla kavuşmak için önce ayrılmak...
Toprağa, ağaca, insana düşmek... Bir kuşun gagasına...
Bir yağmur damlası olsanız 😊
Ben denize düşmek isterdim bulutta yeter süre bekledikten sonra..
"Tanrıça Athena ile Tanrı Hephaistos'un Psikanalitik ve Tarihsel Anlamları Açısından Karşılaştırılması" başlığında konuştum 20 Ağustos Pazar günü...
Şu günlerde mitolojik zamanlara çalışıyorum bu nedenle... Neler mi anlatım...Biraz şöyle;
Mitolojinin insanı ve bugünü anlamaya ve geleceği yordamaya nasıl yardımcı olduğunu...
Tarihsel açıdan Athena/Odesseus ve Hephaistos'un geleceğin toplumunu (belki bugünü) işaret eden yanları... Akıl/emek/teknik temsilleri açısından...
Olimpos'ta aile için ilişkiler... Baba figürü olarak Zeus ana figürü olarak Hera ve anacıl, babacıl işlevlerin tanrılar dünyasındaki sembolik anlatımları... Babasının gurur duyduğu kızı Athena'nın annesi Hera ile kurduğu özdeşim... Annesinin kendisinden utandığı Hephaistos'un babayla kuramadığı özdeşim, onarımları... Çirkin Ördek Yavrusu masalı ve dışlanma öyküleri ile Hephaistos miti arasındaki bağlar...
Dişil-eril olarak sabitlenmeye çalışan niteliklerin Athena ve Hephaistos'ta tersine dönüşü/bu dönüşü mümkün kılan çağlar...
Kadın ikincilliğinin, devletin varlığının, sınıflı toplumun pekiştiği çağlarda mitsel karakterlerin geçişsel özellikleri...
Ve böyle giden hikayeler...Gelemeyenler için yazmayı planlıyorum bir kaç aya kadar .