NASIL BAŞETMELİ ?
Sosyal medyadan, gazetelerden ekran
sayfalarından aşağı doğru indikçe gerçek hayatlar ve gerçek ölümler
gözlerimizin önünden geçiyor birbiri ardı sıra...
Sıra sıra sıralanıyor ve gözümüzün önünden
geçiriliyor kelepçeli insanlar... Onun da plastiği çıktı tabii herşey gibi...
Plastik kelepçelerin tersi var düzü var. Özgür Gündem kaçıncı kez basılıyor.
Yıllarımız Özgür Gündem’in haberleriyle ve Özgür Gündem’le ilgili haberleri
okumakla geçti. Öldürülen muhabirlerini, bombalanan binalarını okuduk.
Kapatılma kararlarını, gazete baskınlarını... Okuyarak, ziyaret ederek tanıklık
ettik. Bundan sonra da Özgür Gündem hem haber yapmayı hem haber olmayı bir
biçimde sürdürür elbet.
Sıra sıra ölüler toz toprak içinde göçük
altında yatıyor. Bugünlerde yıldönümünü yaşıyoruz 99’da olan büyük depremin...
Binlerce insan öldü. Daha da çokları kat kat çokları bu anıyla yüreği
yaralananlar yani bizler... Hepimize her türlü felaket değiyor artık. O felaketlere
dair anısı olmayan yok. Depreme teması olmayan hane halkı mı var...
Soma davası yaklaşıyor bir kez daha. Bilirkişi
raporu şirket sahipleri delilleri karartmış diyor. Biz bunları ancak bizim
basın sayesinde öğrenebiliyoruz. Onlar sayesinde üzerine gidiliyor
haksızlıkların... Onlar da defalarca tehdit, kapatma, gözdağı... Oysa genel
olarak kitleler, başına bir iş gelmeden hem de kitlesel bir katliam gelmeden
pek de haberdar olamıyor kendisini anlatan basından... Milyonlarca emekçi, Birgün'ü
bilmiyor Özgür Gündem'i, Evrensel’i, sendika.org'u öğrenemiyor büyük bir hak
kaybına hatta can kaybına uğramadan... Neden mi? Nedenini tartışmak bu yazının
sınırlarını aşar. Ama birazı maden işçisinin yerin altına, köyüne sıkıştırılan
hayatında, o yoksullukla boğuşan gündelik yaşamında bir kısmı işte onu anlatan
basına yönelik bunca yoğun baskıda bir bölümü de genel olarak solun çalışma
planlarının eleştirisinde saklı...
Ve tabii gözümüzün önünde toprağın altında
kömürün karasına bulanmış yatıyor ölüler bu defa...
Sözcükler anlamını yitirirken, çözülürken
birer birer taşlaşıp tıkıyor boğazımızı... Kah Özgür Gündem'den zorla çıkarılan
gazeteci oluyoruz kah göçüğün altında ölümü bekleyen çaresiz kişi ya da madenin
altındaki bir işçi... Aslı Erdoğan oluyoruz alakasız sorgularda bir yazar
daha... Neredeyse gözaltı anısı olmayan edebiyatçımız yok.
Peki bütün bunlarla birlikte, bu saldırılara
karşı ve bunlara rağmen... Hangi formu seçerseniz seçin birşeyler yapmak için
temel dayanaklarımız neler olacak? Elbette herkesin aklına gelenler dışında
birşey söyleyecek değilim ama bugün özellikle tarih bilincine sahip olmanın ne
denli mühim olduğuna vurgu yapmak istiyorum. İnsanın doğumunu düşünün. Bebek
için doğumla beraber maruz kalınan ses, ışık, bir sürü hareketli görüntü ne
kadar korkutucudur. Sonra deneyimler ufak ufak birikmeye başlar. Bazı
insanların varlığı güven anlamına gelir. Bazı sesler rahatlatıcı olur. Tüm
bunlar iyi deneyimlerin birikmesiyle sağlanır. Bazı uyarıcılar da tersine
korkutucu ve tehditkar algılanır. Peki nasıl yine deneyimle... İşte bu
deneyimlerin birikmesi aslında hayatta kalma becerisini beraberinde getirir.
Bellekte biriktirme süreci anlamlandırmadan bağımsız düşünülemez.
Bütün bunları niye söyledim şimdi? Ne alakası
var bebeğin haliyle bizim halimizin? Demem o ki bizim deneyimlerimiz de kaçbin
yıllık sınıflı toplumlar tarihi boyunca birikti, birikti. Eğer o deneyimleri
anlamlandırıp belleğimizden gerekli zamanlarda geri çağıracak biçimde
işlemezsek aklımızı devrede tutmamız mümkün olmayacak. Aklımız devrede olmazsa
mütemadiyen hata yapacak ve yenilip duracağız. Bunu anımsatmak için bunca lafı
ediyorum. Mazlum edebiyatından çok çektik bu coğrafyada... İslamcılar devletin
bir düzeyde sahibi olmayı her zaman başardığı halde baş yana düşük bir
mağduriyet bir mağduriyet... Bizim çok gerçek mağduriyetlerimiz var biliyorum.
Çok haksızlığa uğradık doğru. Bunları anlatmak başlı başına bir iş kim
reddedebilir ki... Ama işte artık gördüğümüz zulümleri konuşmanın ötesine
geçebilecek miyiz onu merak ediyorum. Gezi’de mesela bir parkı yıktırmadık. Bu
iş büyük mü, küçük mü derdim bu değil. Minik de olsa zaferler kazanmaktan söz
ediyoru. Kazanılan zafer minik de olsa, büyüklerinin kazanılabileceğini
gösteren gerçekbir tarihsel deneyimdir çünkü... Hayatta kalma becerisini artırır.
Bu ara olaylar genellikle şöyle gelişiyor.
Bizi çok üzen, çok öfkelendiren, çok korkutan (bu duygulardan herhangi biri öne
çıkıyor olabilir) bir olay yaşanıyor. Sonra üzülmek, korkmak ayıpmış gibi
yaklaşıldığından sadece öfke duygusu kabul gördüğünden her türlü duygu öfkeye
devşiriliyor ve bir ödeşme, intikam mantığıyla işe girişiliyor. Tabii işe
öfkeyle işe girişene dek yürünen yolda sıvışan da çok oluyor. Hani
reddettiğiniz korku ve üzüntü duygusu ağır basanlar çoktan evin yolunu tutmuş
oluyor. Öfkeli bir grup insan bir yerlerde korkulu ve üzgün kalabalıklar adına
sonuçlarını yeterince görüp gözetmediği birşeyler yapıyor. Egemenler böyle
yaklaşmıyor oysa... Onlar çok öfkeliymiş gibi göründüklerinde bile akılları
yettiğince soğukkanlı çıkarlarına uygun planlar yapıyorlar. Bizim cenahta ise sürekli
yoğun ve başa çıkılması zor duygular yaratan olaylarla karşılaşıp o duygudan bu
duyguya bu duyguları da inkar ede ede ilerleyen akla da yazık ki yeterince yer
açılamayan bir yoldan ilerliyoruz.
Sonuç olarak demem o ki; “böylesi görülmedi”
“dünyanın sonu geldi” diye bağırmadan önce bir nefes alın düşünün. Daha önce
neler neler yaşandığını göreceksiniz. Birey birey grup grup insanlardan değil
de insanlıktan söz ediyorsak bin beterleri geldi insanlığın başına... Çok daha
korkulu eşiklerde beklediğimiz oldu. Hala zaferler kazanmak için yığınla olanak
var ve küçük burjuva umutsuzluğunun, çaresizliğinin, belleksizliğinin, herşeyi
kendisiyle başlayıp kendisiyle bitirişin zihinlere egemen oluşu yetse ya
artık... Elbette insan kendini çaresiz umutsuz da hissedebilir. Ama bu duyguyu
yaymaya çalışmak başka şey başetmeye çalışmak başka... Aradaki farkın sınıfsal
anlamları olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Geçmişle bugün arasındaki en önemli farklardan
biri sürekli haber alıyor oluşumuz. Sürekli haber alabiliyor olmak kimi
duyguların yoğun yaşanmasına ve üzerine uzun boylu düşünülmemesini destekliyor
olabilir mi? Bunca yanlış haberin ortalıkta bu kadar rahat ve uzun yollar
aşarak dolaşması da buna işaret değil mi? Mesela en son “durum ciddi” diye
başlayan bir facebook paylaşımı nasıl da dolaştı ortalıkta. En aklı başında
olduğunu düşündüğümüz insanların bir kısmı bile paylaşmadılar mı?Sürekli haber
almakla birlikte çok kıymetli birşeyi daha harekete geçirmek iyi olmaz mı sizce
de? Düşünmek ve geleceği emekten, barıştan, dayanışmadan, yaşamdan, sevgiden
yana değiştirmek için planlar yapmak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder