8 Ocak 2018 Pazartesi


Münir Özkul’un ardından…  


“gördüm babaların ağlamasını
dalları düğüm düğüm
gövdesi kahve falı
              bir zeytin ağacını köklemek var ya
sökmek var ya sarp yamaçtan ardıcı
kazma vurmak var ya beş yüz yıllık meşeye
              acısını duymak var ya kopmanın
babaların ağlaması işte o
babaların ağlaması öyle zor”
Hasan Hüseyin
Münir Özkul’un ölüm haberi ile birlikte bu ülkedeki milyonlarca insan yüreğinde aynı sızıyı hissetti. Aynı sahneleri benzer duygularla anımsadı. En kötü, en zalim taraflarını bilemiş olanların yüreğinden ılık bir ürperti geçti, onun böyle sevildiğini görünce. Onu ve temsil ettiklerini küçümseyenlerin bile övgü sözleri döküldü ağzından sahte bir saygıyla.
Münir Özkul’un ölüm haberini aldık. Baktım sosyal medyada şöyle bir söz dolaşıyor “Ne Münir Babalar, biter ne beyler”… Büyük bir itiraz doldu yüreğime arından bu yazıyı yazmaya karar verdim. O sözün ifade ettiği durumun doğrusu şöyledir; “Beyler biter, beyler ölür, beylerin anısı mermer mezar taşlarının soğukluğunda ve katılığındadır. Ama Münir Özkul’lar ölmez, onların kan can verdiği karakterler hep iyinin sabrına güç, yoksulun direncine omuz verir. Onlar, sevgi dolu ilişkilerle örülü bir geleceğe,  “babacan” adamların varlığına dair  korumak istediğimiz inancın sembolleridir.

Aile babası

Münir Özkul elbette çok sevgili Adile Naşit’i anımsatır. Ülkenin birinde “gülerken göbeği oynayan insandan korkmayın” diye bir söz varmış. Adile Naşit öyle içten, hesapsız, sıcacık, kimi zaman inatçı bir kadın neşesini sembolize eder. Bazen babaya karşı çocuklarının yanında yer almak için kurnazlıklar yapan, her zaman sevecen, gözyaşı gözlerinin kenarında, kahkahası dudağının ucunda tetik sevgi dolu bir kadını, kapsayan, sarmalayan bir anneyi ifade eder hepimizin belleğinde. Münir Özkulsa zihnimizdeki bu iyi ailenin babasıdır kuşkusuz. Ne hata ederseniz edin, başınızı hangi belaya sokarsanız sokun yanınızda olan, sevdiklerine karşı gelen kim olursa olsun o iktidara kafa tutacak güçte bir kişiliğe sahip, sizi kardan, yağmurdan koruyacak bir çatı gibi, düşünceli mahzun bakan, kızınca kararlılıkla doğru bildiğinden yana duran emekçi bir baba… Hasan Hüseyin’in paylaştığım dizeleri geldi aklıma Münir Özkul’un ağladığı sahneleri düşününce. “Ağlamalar Şiiri”, “anaların ağlaması bir başka, anaların ağlaması bir beter” diye sona erer. O esnada Adile Naşit’in hıçkırıkları gelir gözümünüzün önüne.
Münir Özkul’un canlandırdığı gibi babalar, öyle öğretmenler çoğalmıyor, azalıyor biliyorum. Aile dediğimiz nadiren o Yeşilçam filmlerindekine benziyor farkındayım. Şimdilerde sinemalarda, dizilerde ideal aileler çizilirken çoğunlukla varlıklı ailelerin resmedildiğini de görüyorum. Buna karşın Münir Özkul ve Adile Naşit’in temsil ettiği ilişkiler, bugünkü filmlerde anlatılan bakıcılar ve özel hocalar eşliğinde büyüyen çocuklarının yalnızca miras hakkına uygunluğunu denetlerken onlarla ilgilenen aileleri değil ateşi çıktığında çocuğunun ya da çocuğu bildiğinin başında bekleyen, son parasını bir çocuğun hayalleri için harcayabilen, sevdikleri için sahip olduklarından vazgeçebilenleri anlatır.

Mahmut Hoca

Münir Özkul, Hababam Sınıfı’nda Kel Mahmut’tur. Haylaz öğrencilerinin bir şeyler öğrenmesi için çabalayan, bu nedenle sık sık onlarla da çatışandır. Kel Mahmut, okul kurucusuyla karşı karşıya geldiğinde “ben tüccar değilim eğitimciyim” deyip sıkışan kalbine elini götürdüğünde hepimizin yüreği sıkışır… Biz de o haylaz öğrenciler gibi saygıyla hizaya gireriz karşısında. Eğitim alanını ticaret alanına dönüştürmeye çalışanlara karşı yapmamız gerekenler gelir aklımıza. Hastane odasının camına çıkıp da “Mahmut Hoca, Mahmut Hoca” diye bağıran öğrencilerine bakarken bu sahneyi kaçıncı kez izliyor olursak olalım gözlerimiz dolar. Mahmut Hocalardan çok yoktur oysa ülkede. Ola ki biriyle bile karşılaşmışsanız vefa göstermenin önemi gelir aklınıza. “Dur bir telefon edeyim, yakınlarda ziyarete gideyim” diye düşünürsünüz. O bize vefayı anımsatır tüm gücüyle. Sigara içerken yakaladığında kulağınızdan tutan ama çocuğunu okuldan alacak babaya, tüccarlara karşı eğitim hakkını savunan emektar öğretmenlerin bizdeki temsilidir yüzü… O vefa duygusuyla “Rıfat Ilgaz” okumalıyım dersiniz. İyi ki yaşamış dersiniz en içten biçimde… İyi ki… Bu dünyaya çok güzellik bıraktı.
Neşeli Günler’de ağzında sigarası, başında takkesi, önünde mutfak önlüğüyle yemek yapan babadır. Turşu limonla mı kurulur sirkeyle mi tartışması ile başlayan Neşeli Günler’de de kahkahalar ve gözyaşları bir aradadır. Bu ülke sinemasının en fazla izlenen filmlerinde hemen hemen aynı kadro vardır. Çocuklarını sirkeli -limonlu turşuları paylaştıkları gibi paylaşan bir kadın ve erkeğin hikayesindeki adamı harika oyunculuğuyla canlandıran Münir Özkul, iyinin varlığına bizi ikna etmeyi başarır.

Yaşar Usta

Münir Özkul, Bizim Aile’deki Yaşar Usta’dır. Çocuklarına sahip çıktığı için uzun yıllardır çalıştığı işinden, kalabalık ailesiyle yaşadığı evinden atılır. O yaşanan tüm felaketlere rağmen ailesini bir arada tutmayı ve zalim patron Saim Bey’e karşı sonuna kadar direnmeyi başarır. Hızlandığında yumuşacık duygularla gülümsediğimiz, yavaşladığında gözyaşlarımızı zor zaptettiğimiz müzikleri vardır bu filminde ve elbette Melih Kibar imzalıdır.
Münir Özkul’un ardından vefa duygusuyla ve büyük saygımla seslenmek istedim. Ona, Melih Kibar’a, Rıfat Ilgaz’a, Adile Naşit’e, Tarık Akan’a, Ertem Eğilmez’e, Ergin Orbey’e, Kemal Sunal’a hepsine bir kez daha sevgilerimizi göndermek istedim. Onları anımsamak iyiyi, güzeli, sevgiyi, halkın da sevebileceği “derdi güzel”sinemayı anımsamak demek aynı zamanda…
Saim Bey’lerin değil Yaşar Usta’ların, Melek Anne’lerin (Adile Naşit) başrolde olduğu bir sinemanın yeniden yükselmesi, toplumdaki Yaşar Ustaların çoğalması ve bir araya gelmesi ile mümkün. İçimizi ısıtmak için ’80 darbesi öncesinde çekilmiş, solun genel anlamda yükselişte, işçi sınıfının güçlü ve örgütlü olduğu bir dönemin filmlerini izliyoruz. O halde bir kez daha milyonların seveceği, benimseyeceği filmler yaratmak bile toplumsal hareketin yükselmesi ile ilişkilidir.
Münir Özkul’un gidişinin anımsattıkları eşliğinde isterseniz Yaşar Usta’nın Saim Beyin karşısındaki konuşmasını bir daha okuyun, izleyin, size güç verecektir; “Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmaz. Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören? Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor. Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey! Sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm, ben, Yaşar Usta. Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun. Dokunma artık aileme. Dokunma çocuklarıma. Dokunma oğluma. Dokunma gelinime. Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemis olan ben, Yaşar Usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni. Anlıyor musun? Vururum ve dönüp arkama bakmam bile.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder