ŞOVENİZM ZEHRİNE KARŞI SURİYELİ GÖÇMENLERLE DAYANIŞMAYA!
“Suriyeli göçmenlere
vatandaşlık verilmesi” konusunun açılmasıyla birlikte ülkede kıyamet koptu
“Ülkemde Suriyeli istemiyorum” diye imza kampanyası açanlar, Suriyelilerle
ilgili ayrımcı, dışlayıcı nefret anlatıları yayanlar her türlü irin dökülmeye
başladı klavyelerden ve ağızlardan… Bu konuda düşündüklerimi biraz da madde
madde yazmak isteğindeyim.
*”Kimse nedensiz göçmez” göçmenlerin çok büyük bölümünün zorlu
öyküleri var. Sosyal çalışmacı, sağlıkçı, psikolog olarak göçmenlerle ilişki
kuranlar, kampları görenler anlatıyor. Vücüdunda
şarapnel olan, kolu, bacağı olmayan, beslenme barınma sorunları yüzünden
küçücük yaşında kronik hastalık sahibi olan çocuklar… Evet bu ülkedeki
göçmenlerin önemli bir bölümü hasta, engelli, kadın ve çocuktur. Kamplarda
çadırlarda ya da kimbilir hangi dert yüzünden kamptan kaçarak sokaklarda,
kentlerin artık kimsenin yaşamadığı, hayvanların terk ettiği yıkık binalarında
yaşıyorlar.
*Egemenlerin yaptığı, göçmenleri ucuz işçi olarak görmek, pazarlık
aracı olarak kullanmaktır. Onlar için hepimizden sömürü çarkları için
faydalanmak esas. Bu alanda da öyle yapıyorlar. Sürekli Avrupalı devletleri
“gönderirim haaa” diye korkutarak pazarlık yapmak, denizlerde ölen binlerce
insan gerçeğimizken milyonların canını masanın üzerine koyup birer siyasal
hesaba dönüştürmek onların işi…
*Halböyleyken Erdoğan’ın “vatandaşlık verilmesi” söylemi de bir
taşla çok kuş vurur. Ama sanıldığı gibi öncelikli olarak derdi vatandaşlık
hakkı vereceği Suriyelilerin kullanacağı oy değildir. Ve yine sanıldığı gibi
Suriyeli göçmenler de gidip akın akın ona oy verecek değiller. Hem öyle bile
olsa diğer partiler niye var? Gidin çalışın arkadaşım, ikna edin örgütleyin…
Neyse konumuza dönersek, zaten Suriyeli göçmenlerin tamamına vatandaşlık
verecek kimse yok ortalıkta. Ama verilecek bile olsa bu hesap “oy derdi”nden
fazlasını içerir. Avrupalı devletlerle yapılan bir anlaşmanın sonucu mesela.
“Sen onları orada tut ben de sana bilmem ne…”
* Göç bir dünya gerçeğidir. Hepimiz bir köyden göçmedik mi misal...
İnsan keşke kendi isteği ve arzusuyla bir zorlama olmaksızın hareket edebilse
dünya üzerinde. Ezilenler, sömürülenler için öyle değil işte “deli gömleği”
sınırlar var. Yoksa paran varsa “dünya küçük bir köy” ve her yer evin zaten.
Vee işte o sınırlar yüzünden tel örgülere takılı kalıyor insanlar, bugün
Ege’de, Akdeniz’de bir kıyıdan vurulan botlar batıyor, denizlerde balıklara yem
oluyor göçmenler, yıllar önce savaştan kaçan, sürgün edilen Çerkeslerin Karadeniz’de
başına geldiği gibi …
*Göçmenlerin varlığı onların geldiği yerde epeydir yaşamakta
olanlar için sorunlar yaratıyor olabilir. Diyelim ki öyle oldu. Öyle bile olsa
be arkadaşım bu sorunları yaratan senin ülkene gelen göçmen değil… Bu savaşın
tarafı olup insanları yerinden yurdundan eden ve sonra onların yaşamına ilişkin
hiçbir sorumluluk almayanlardır. Bu nedenle bizler bu ülkede yaşayan işçiler,
Kürtler, kadınlar, LGBTİ’ler gelin göçmenlerle birlikte örgütlenelim. Onların
kentin ya da turistik alanların parklarını işgal etmiş olması mesela senin
sorunun mu yoksa parkta, sokakta yaşamak zorunda kalan 3-5 yaşında çocukların
sorunu mu? Öncelikle bu sorun o göçmenlerin sorunu, senin bakamadığın,
dokunamadığın, koklayamadığın şey neyse onlar, onunla birlikte yaşıyorlar. Bunu
görmemek neyi görmemektir? Bunu görmemek sende iyi ne varsa yok etmez mi bugünden
başlayarak?
*Bu sorunu artık açıkça konuşmaya başladık ve konuşmaya devam
edeceğiz. Bundan sonraki onyılların en önemli sorunlarından biri budur. Gelin
yol yakınken tavrınızı gözden geçirin. Dostunuzu, düşmanınızı doğru görün.
İktidar manipülatif bir hamleyle nasıl böldü bizleri ve kaç parçaya?
*Suriyeliler de her ülke insanı gibi içinde iyi-kötü,
tembel-çalışkan, lümpen-işçi-burjuva-köylü, kadın-erkek-LGBTİ insanları
barındırıyor. “Bizim” gibi yani… Velhasıl biz kim, onlar kim aslında? Ama şu
ara üreyen anlatılar onların hepsi tek tip insanlarmış gibi ve biz de
öyleymişiz gibi üretiliyor. Etmeyin, böyle birşey yok. Ne “biz” biziz gerçek
manada ne “onlar” onlar… Ama işte böyle söylemler aslında “biz” olabilecekleri,
ezilenleri, sömürülenleri, barış isteyenleri yapay biçimde bölüyor, bölüyor ve
egemenler aynı anda ellerini ovuşturuyor.
*Peki ya “cihatçı”lar mevzuu. Bu sözü uzatmaya hiç niyetli
değilim. Çünkü göçmenler sorununun bir takım örgütlerle birlikte anılması da
demokratik bir konuşma, tartışma zemini değildir. Savaş suçlulularını açığa
çıkaran bin türlü mekanizma var ve işletilebilir. Ayrıca tüm dünyada
devletlerin istihbaratları bizim hiçbir bilgimiz olmaksızın en azılı savaş
suçlularını yeni cinayetler işletmek için işe alıyor zaten. Bu konuyu da
Suriyeli göçmenler sorununun tamamıymış gibi ele alıp komik duruma düşmeyelim
derim.
*”Suriyelerilerin hepsi lümpen oh ekmek elden su gölden”
diyorsunuz ya bazılarınız. Hiç ama hiç öyle değil… Evine bomba düşen, çok zorlu
yolları yaya geçen, teknelerde ölümlerden dönen insanların, bunca travmadan
sonra, bir süre çalışamaması ya da ağır işleri yapamaması dahi anlaşılır olacak
olsa da durum bu değil… Kendinizden ölçün arkadaşlar Ankara’da 3 kez bomba
patladı, sokağa çıkamadı, çalışamadı milyonlar bir süre… Uçaklara binemiyor,
havaalanlarına gidemiyoruz. Suriyeliler iş bulduklarında çocuk, kadın, hasta
demeksizin çalışıyorlar. Başka da bir şansları yok aslında. Yediğimiz,
giydiğimiz ucuza bulduğumuz pekçok şey o kara çocukların küçük ellerinden
çıkıyor ve Suriyeli çocuk işçilerin dünyanın başka yerlerindeki köle çocuk
işçilerden bir farkı yok. Velhasıl Türkiye’deki Suriyeli göçmenlerin önemli bir
bölümü çalışacak bir işe sahip olsa da olmasa da işçidir. Bazıları işsiz
işçilerdir. İşçi, geçinmek için emekgücünü satmak dışında bir şansı olmayan
herkestir çünkü…
*Bu sorun sınıfsal alanın dışında algılanamaz ve başka bir
zeminden tutarlı ve kalıcı bir çözüm üretilemez. Burjuvazinin siyaset
zemininden sorun çözüldüğünde sırası gelen herkes tarih sahnesinde bir göçmen
olur. Göçmenler, işçi sınıfının en alt tabakalarını oluşturuyor. Yani en yoğun
sömürüyü, hak ihlalini burada görüyoruz. Velhasıl olan aslında aynı zamanda
mülkiyet ya da ayrıcalıklar sorunudur. Onları istememek mülk sahiplerinin
yapacağı iş… Eğer bunu savunacaksanız gidip ait olduğu siyasal alanda yani sağda
savunun. Solu, ezilenleri, emekçileri velhasıl işçileri dar burjuva
çıkarlarınızın savunusu olan şovenizmle zehirlemeyin! Ve mülksüzler, emekgücünü
bir ay satmasa kirasını ödeyemeyecek, çocuklarını doyuramayacak olanlar, banka
kredilerinin, ev sahiplerinin esirleri, Suriyeli göçmenlerle paylaşamayacağımız
hiçbirşeyimiz olamaz. Sorunlarımızın kaynağı ortaktır, “bugün sana vatandaşlık
verecekmiş gibi yapanların senin evinden olmanda sorumluluğu var” diyebilmek
için bir araya gelelim.
*Türkiye’de sol yazık ki, dünya solu ile karşılaştırıldında
enternasyonalist olmaktan ve bu geleneklerden oldukça uzak. Gezi örneğin on
yılların en önemli ayaklanmasıydı ve çok hızlı bir şekilde kitleler, kendi
zihin barikatlarını aştı. Devrimci bir ilerleyiş gerçekleştirdi. Başta “kitap
okuyoruz, zekiyiz, diğerleri de gerizekalı” diye başlayan, kadını aşağılayan
küfürleri de içeren politik söylemler hızla evrildi. Türk ve Kürt halkı içinde
barışçı nüveler oluşturdu ve bence tüm bunları 7 Haziran’a taşıdı. Yazık ki
aslında kitlelerin içinde güç bulamayan bazı siyasal özneler bu devrimci
dinamiği parlamenterist bir çizgiye hapsederek büyük ölçüde harcadı. Ama yine
de şu anda bu topraklarda hiç olmadığı kadar büyük bir enternasyonal devrimci
heyulanın dolaştığını görüyoruz. Eminim göçmenlerle ilgili meselede de açığa
çıkacaktır. Ancak şu ana kadar ortalık da dolaşan yazık ki “zekiler-aptallar”
ayrımıyla sanki mesele bir zeka meselesiymiş gibi ortaya koyan anlayış oldu.
Ulusalcı sol yani sosyal demokrat bile olamayan “sol” yine iş başındaydı.
“Pisler-temizler” “lümpenler-çalışkanlar” biçiminde biz-onlar ayrımları yapıp
vatan sahibi gördüğü kendisini yine pek bi beğenmekteydi. Şimdi Gezi’de türeyen
diğer ruhun ortaya çıkma zamanı geldi. Adını hiç unutmamamız gereken Medeni
Yıldırım’ın arkadaşlarının ve Lice için Kadıköy sokaklarını dolduran insanların
konuşması lazım artık. “Yıkılsın bize dayattığınız sınırlar!” demek lazım.
*Suriyelilerin “vatandaşlık alması” konusu elbette bu ülkede
yaşayanlara sorulsun ama asıl göçmenlere sorulsun. TC vatandaşlarına bu konuyla
ilgili referanduma gitmek, boşanma hakkı için sadece erkeklere referandum yapmaya
benzer. Bu da sosyal demokrat bir tavır bile değildir. Sol bir tavır hiç
değildir.
*Emperyalist işgal olsa mücedele edecek olan bizlerin
savunduklarıyla, ilk kaçacaklar arasında yer alan milliyetçilerin (ben
söylemiyorum araştırmalar söylüyor ve dünya tarihi) arasındaki tezatlık da ayrı
bir yazının konusu olsun.
*Türkiye'deki göçmenler meselesi
artık bu ülkenin en önemli sorunlarından biridir. Ve yakın geleceğe damgasını
vuracaktır. Göçmenler bunca zulme maruz kalıyorken, tecavüz, taciz, çocuk
işçiliği, katmerli sömürü... Bunun için sokağa çıkamıyor olmak da bizim
ayıbımızdır. Hem de çok büyüğünden... Bu ülke solunun ne kadar dar alan
çıkarlarına hapis olduğunun göstergesidir.
*”Göçmenler vatandaş olsun”, “göçmenler mülteci olsun” “göçmenler
ülkesine dönsün” türü talep ve söylem üretmek ültimatomculuktur. Bu tavırdan
çok çektik belli ki çekmeye devam edeceğiz. Bir sormak kimsenin aklına gelmiyor
mu? “Ne istersin Suriyeli arkadaşım?” diye… Ne kadar heveslisiniz birilerinin
adına konuşmaya ve buralardan kurulan iktidarlara… Bu söyleme güç vermeyelim,
güç vereceğimiz şey dayanışma, ezilenlerin birliği ve demokratik özörgütler
olsun.
Sonuç niyetine sözüm de şudur, savaşın egemen tarafları
kimlerse bedel ödemesi gerekenler de onlardır. Bu da kendiliğinden olmaz
kuşkusuz ama unutmayalım biz hangi hakkımızı “öylece” aldık ki… Bunun için de
mücadele edebiliriz. Ve uzak duralım şovenizmin yok edici karanlığından…
Ortaçağ’da intihar edenleri cezalandırmak için cesetlerini idam ederlermiş
Avrupa’da… Şovenistlerin yaptığı da bunun aynısıdır. Ömrü, hayatı, sağlığı
elinden alınmış Suriyelilerin umut ve güvenlerini bir kez daha ellerinden
almak… Buna ortak olma, olmayalım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder