ÖLENLERİN ADINI UNUTMA, TÜRKÜLERİN, MEYDANLARIN...
BAK İŞÇİ TULUMU GİYMİŞ UMUT
*Bu yazı 10 Ekim 2016 günü yazıldı.
Günler öncesinden 10 Ekim ağırlığı çöktü üzerimize...
Epeydir dilimde çok sevdiğim bir şarkının dizeleri dolanıyordu. "Ölenlerin
adını unutma, türkülerin, meydanların..." Sonradan 10 Ekim çağrı
metinlerinde de bu dizeleri görünce belki de hiç tanımadığımız insanlarla
çağrışımlarımız ne kadar da benzer diye düşündüm. Ölenlerin adını, türküleri ve
meydanları unutmayarak bugün sokaklara çıktık. Sonra gördük ki anımsamak çok
mühimdi ancak bu yetmiyordu.
Aynı şarkı bu dizelerin ardından şöyle devam eder "Bak
işçi tulumu giymiş umut"... Ve ben
yıllarca üzerinde bu dizelerin yazılı olduğu mavi-beyaz bir pankartın arkasında
yürümek istedim. Hiç olmadı. O pankartın düşteki hali güzeldi sanki... Ve
düşündüm ki 10 Ekim çağrı kampanyalarının hiçbirinde şarkının devamına dair bir
hatırlama, hatırlatma olmamıştı. Nedeni üzerine de düşündüm. İşçi sınıfının ne
denli örgütsüz olduğunu bunun bedelini ne kadar ağır ödediğimizi de. 10
Ekim’den sonra gerçek bir grev olsaydı 7 Kasım’da başlayacak 10 Ekim davasının da
bugün alanlardaki halimizin de ne denli farklı olacağını ve belki Antep’teki
çocukların yaşayacağını da...
Ve sonra bu iki dizenin birbiri ardına söylenmesinin ve
ikisini de anımsamanın ne kadar önemli olduğuna bir kez daha kanaat getirdim.
“Ölenlerin adını unutma, türkülerin, meydanların... Bak işçi tulumu giymiş
umut”. Bugün Ankara sokaklarında Gar’a ulaşmak için çabalayan darmadağın
insanlardık. Bir yerlerde gaz atıldı. Bir başka yerde arkadaşlarımız gözaltına
alındı. Herkes sürekli telefonuna bakıyordu. Belki bir yerde toplanma çağrısı
yapılıyordur diye ama nafile. Sanki herkes bizim sokaklarda olduğumuzu
unutmuştu. Hem kim bizi nereye çağıracaktı ki? Biz kimdik, onlar kimdi?
Bu denklemleri çözmenin kolay yolları var. “Sendika
yöneticileri yanlış yaptı”, “Siyasi partiler bizi biraraya getirmeyi
beceremedi”, “Sol birlik olamıyor” hep diyoruz, yine deriz. Ama mesele bu kadar
basit olsaydı keşke... Örgütlerin yöneticileri ile o örgütün tabanı arasında
diyalektik bir ilişki var işte. Hepimizin yapıp ettiği bir toplamı belirliyor
ve ortak çabamızın ürünü de bugünkü dağınıklık.
Tekrar etmek istiyorum “bak işçi tulumu giymiş umut” demek
istiyorum. İşçiler tulum giymiyor artık diyebilir bazı aklı evveller...
Biliyorum biliyorum tulum giymeyen işçiler de var ama bu şiir. Ve mevzunun
özüne dönelim. Bir iş günü sabah 10’da insanların işini riske atmadan eylem
yapabilmesi için bazı koşullara ihtiyaç var. Güçlü biçimde örgütlü olmak
gibi... Bunun dışında da işçi disiplinine üretim (hizmet üretimi de dahil kuşkusuz)
alanının disiplinine de çok ihtiyacımız olduğunu bugün bir kez daha görmedik
mi? Ankara’da tüm muhalefet kırk parça sokaklarda eriye tükene dolaşmadık mı?
Bugün sokaklarda dolanırken gördüğüm şey evet öncelikle
örgütsüz ve dağınık olduğumuzdu. Ama başka birşey daha gördüm. Ne kadar
kalabalık ve direngen olduğumuzu. Belki aynı kitlenin bir parçası olduğumuzu
ifade edecek şeyler yapamıyorduk çoğu zaman ama birbirimize bakışıp tanıyorduk
sonra şuraya gidelim buraya gitmeyelim kararları veriyorduk. Bir genç yanından
geçerken ıslıkla Avusturya işçi marşını çaldı. Anladım ki bizden. Dönüp baktım.
Selamlaştık. Eyleme gitmeye çalışan 70 yaşlarında bir amcayla karşılaştık. “Dağıtmışlar
mı kitleyi gitmeyim o zaman” dedi ve üzgün ilerledi. Eyleme katılmayı düşünmediği
halinden belli bir adam polis yığınağına bakarak “Şunu geçen yıl yapsaydınız ya
yazıklar olsun kıydınız insanlara” dedi. Yaşlı bir teyzenin telefonunda çalan
Kürtçe ezgiden ve acılı gözlerinden anladım “bizden” olduğunu, anmaya geldiğini
ve sokaklarda bunun için dolaştığını...
Birbirimizle bakışa, konuşa Ankara merkezini Ulus-Kızılay
arası turladık. Ve evet durum kötü ama asla vahim değil. Eğer biraraya gelmeyi
başarsaydık çok kalabalık olacaktık. Onca gürültüye, korkutma çabasına rağmen
bugün aslında kalabalıktık. Sayıdan da öte kararlı ve nitelikli bir
kalabalıktaydık.
Valilik, Gar’ın önünde yalnız kayıp yakınlarının anma
yapabileceğini açıkladı. Bu devletin 10 Ekim hakkında düşündüğünün politik
olarak 10 Ekim’i sıkıştırmak istediği çerçevenin bir anlatımıdır. Kim kimin
yakını ne demek istiyorsunuz? O gün alanda olanlar yani hepimiz binlerce insan
ölenlerin arasında olabilirdik. Bireysel akrabalığa ve aile oluşa sıkıştırılmış
bir 10 Ekim’i trafik kazası gibi algılamamızı istiyorlar. Kaldı ki bu ülkenin
trafik sorunu bile epeyce politik bir meseledir özünde...
Adalet arayışı demişken 7 Kasım’dan itibaren 10 Ekim
davaları başlıyor. 10 Ekim’in sorumluluları gerçekten cezalandırılmadan
hiçbirimiz güvende değiliz, olamayız.
2 gündür yapılan etkinliklerden anladığım kayıp, yaralı
yakınlarına ve yaralılara 10 Ekim Derneği’nin ne kadar iyi geldiği, onları
nasıl güçlendirdiği oldu. Ve onların da meseleyi böyle kişiselleştirmediklerini
duymak, ölenlerin mücadelesini sürdürme kararlılığında olduklarını görmek hem
hüzünlü hem umut doluydu. Örgütlü olmanın güçlü hissetmek, güçlü hissetmenin de
sağlıklı yas, sağlıklı adalet arayışı için ön koşul olduğunu bir kez daha
anladık.
İlla 4’lü ne demiş ne yapmış, HDP yönetimi ne diyor, CHP ne
yapıyor diye düşünmek zorunda değiliz. Başkaca tabandan örgütlenmelere de mevcut
örgütleri gerçek anlamda doldurmaya da (şişirmek değil) çok ihtiyacımız var.
Yaşadığımız yerellerden, işyerlerimizden, yaşadığımız sorunlardan, maruz
kaldıklarımızdan yola çıkıp örgütlenmeliyiz. Ve mutlaka ve illa özörgütler
yaratmalıyız. O yerelde yaşayan, çalışan, o sorundan muzdarip insanları
kararlarının merkezine alan, mümkün olduğunca bürokrasiden uzak demokrasiye
yakın örgütler... 10 Ekim sonrasında, bu olay temelli oluşan tek örgüt 10 Ekim
Derneği de değil... 10 Ekim Dayanışması, Psikososyal Dayanışma Ağları, 10 Ekim Avukatları...
Örnekleri çoğaltabiliriz, çoğaltmalıyız. İnsanların birlikte becerebilirse
sevgiye olmasa da saygıya dayalı bir bağ kurduğu, birbirini koruduğu, birbiri
için endişelendiği örgütler lazım bize... 10 Ekim’den sonraki bir yılda
birbirimizin yarasına bakmayı, sarmaya çalışmayı, kucaklaşmayı, birarada
durmayı başardık çok zaman... Dahasını yapabiliriz.
Başka 10 Ekim’lerin olmaması için adaletin sağlanmasına,
adalet için örgütlenmeye ihtiyacımız var. Hem de her düzeyde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder