24 Eylül 2017 Pazar

Çöz gönlünün iplerini   

21.09.2017 BİRGÜN KİTAP
Banu Bülbül  
“Ayna batıya dönen güneşin ışıklarıyla parlayınca tanıdı. Leylâ kendini, sırrını orda bıraktı. Dizinin jenerijk müziği çalmaya başladı. Pencerede buğu falan yok. Bu hikâye yarım, kadın hep aynanın karşısında mı kalacak? Olmaz. Sevmek istiyor kalbi, aklı izin verirse… Bir de dünya. Ama bir gün akıl uyur, düş kalkar ayağa. Hem adam gitti, gelmez! Gelmek yetmez çoğu zaman. Kırık çerçeveden bir cam parçası ayağına battı. Resim halının üstünde, savunmasız… Leylâ pencereye doğru ilerledi, gerçekten ilerledi. Açtı… Kalbine taşınmış zihin kuşlarını salıverdi. Ayaklar baş mı olacak? Yoksa başımıza taş mı yağacak? En iyisi yüzünü gökyüzüne çevirsin ve gökkuşağını beklesin. “
Arzu Eylem, İpek Gönül, ‘Buğulu Cam’ öyküsü

Arzu Eylem’in yirmi iki öyküden oluşan ikinci kitabı ‘İpek Gönül’, adını ninesinden kendisine ulaşan şu cümleden alıyor; “Gönül dediğin ipek gibidir, dolaşırsa açamazsın.” Öyküler boyunca Eylem’in karakterlerinin ipekten gönüllerinin dolaşmasını, karışmasını, anlam, aşk, sevgi, bağ arayışını izliyoruz. İronik bir dille bazen gündeliği, bazen çözülmeyi, bazen kavuşmayı anlatıyor. Okuduğumuz öykü muhakkak tanıdığımız birilerini de anlatıyor bize, tanıdıklarımızı da farklı yönleriyle tanıtıyor bir anlamda. En çok da kadınların öykülerini anlatıyor Arzu Eylem. Şöyle söylüyor bu konuda da; “Yazdıklarımda kadınlar çoğunluktaysa, kadınların anlatacak daha çok öyküsü olduğu içindir…”

Mizahın ilk öykülerde yoğun olan dozunun sona doğru azalması ve kitabın başından sonuna dek hissedilen hüznünün alanının genişlemesi okuyucunun yolculuğu açısından manidar. Benzer olayların yaşattığı farklı duyguları ard arda tatmak ve Eylem’in lezzetli anlatımı eşliğinde farklı öykü kahramanlarıyla seyahat etmek gibi…

Mizah, acıyla baş etmenin olduğu kadar öfkeyi ifade etmenin de bir yoludur aynı zamanda… Bu anlamda Arzu Eylem bize, hem anlattığı karakterlerin yaşadığı acı, boşluk, boşunalık, anlam yüklenmekte zorlanma hallerinin yarattığı acıyı mizahla incelterek sunuyor hem de onların yanlış seçimlerine, harcadıkları yıllara, fazlaca konuşmalarına, çok beklentiye girmelerine… duyduğumuz öfkeyle baş etmek için yeni bir yol sunuyor. Kadın kahkahalarından rahatsızlık duyanların yanında, kadınların da kahkahaya, neşeye ihtiyacının çoğaldığı zamanlardayız. Eylem bize kadın kadına kıkırdamanın yaşamı yeşerten gücünü anımsatıyor yeniden. Kitabı okurken onunla söyleşip gülüşerek başlayan muhabbet bizden etrafımıza yayılarak devam ediyor. Ve “karanfil elden ele…”

“Kocam beni mi seviyor, yoksa yaptığım yemekleri mi?”, “Ay şu sosyal medya paylaşımı bana mı mesaj?”, “Yazdıklarıma burun kıvıran yayınevi editörüne ilişkin onu incitecek fantazilerim neler olur acaba?” sorularının mizahi yanıtlarını Eylem’den okurken kendinizin ve etrafınızdakilerin benzeyen öykülerine de gülüyorsunuz. Silinen hard disklerde yok olan emeklerin ardından hissetiklerimize, şakşakçılıkla yaşamını idame ettirenlere, sevgilisini çok acıyıp, küçümsediği kadına kaptıranlara kahkahalarla da bakılabileceğini görüyor, aslında hepimizde var olan zorluklar karşısında gülebilen yanımızı işleyerek geliştiriyoruz.

Ben en çok ‘eşitlik yoksa aşk da yok’ sloganına farklı bir açıdan yaklaşan öyküyü beğendim. Yoksullara, ‘kaybedenlere’ acıyanlardan, kendisinin yoksunluklarını gidermiş ve ‘kazanmış’ olduğunu düşünenlerden bunalışımın hoş bir anlatımını bulduğum içindir muhtemelen. Bu öyküde Eylem, kendisini olmuş, bitmiş, tamamlanmış bulanlara yaptığı ters köşeyle hayatın süreğenliğini, sürprizlerini hatırlatıyor. Siz de İpek Gönül’de kendi öykünüzü bulmak ister misiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder