4 Eylül 2017 Pazartesi

Uçsuz Bucaksız Bir Evren  

İnsanın tanıdığı evren büyüdükçe onu kabulü için gereken zihin alanın da ruhsallığının da genişlemesi gerekti (böyle ikisini ayrı ayrı yazdığıma bakmayın bir bütün olduklarını düşünüyorum elbette ama hem düşünerek hem hissederek kavrayacağımız bir mevzu olduğu için ayırdım şimdi. Anlatımı kolaylaştırsın diye). Genişlerken patlayanlar, çatlayanlar, genişlerken erenler, genişlerken keşif yapanlar... oldu. Oldu da oldu. 
İnsanın kendi kabilesini merkeze aldığı ve köyünden ibaret olduğunu düşündüğü bir evrenle başladı anlama çabası. Şimdi ise insanın minicik bir nokta olduğu uçsuz bucaksız bir evrenden söz ediyoruz. Bir noktadan bakınca mesela bir yıldızın ömrüyle insan ömrünü karşılaştırınca acımayı adet edindiği zavallı dediği kelebekler kadar bile ömrü yok. Evrende bir zerrecik insan... Uzay zamanda bit kadar ömrümüz. Bu bilgiyle baş etmek insan için kolay değil. Koskocaman bir uzay ve boşluk... Hele o kara delikler yok mu? Depresif boşluklar gibi... Merkezinde olmadığınız bir evren narsistik baş edemeyişleriniz... Ve ne kadar anlam katarsan kat (ki çağımız insanın anlam işinde pek de başarılı olmadığı ortada) bir çeşit güçsüzlüğü, boşluğu ve öylesine hali kabulun zorunluluğu...
Kabul edemeyince ne oluyor hurafelere eski inançlara dönüş oluyor misal. Ki bu çok kolay oluyor. Çünkü öğretilmemiş ezberletilmiş bilgiler. "Portakalları arka arkaya diz işte gezegenler hadi adını sayın. Onların bir de yörüngesi var. Dünyada işte şurada yuvarlakça duruyor. Böyle dönüyor, güneş de şöyle..." Peki ama nasıl? sorusu sorulmuyor çok önemsenen sınavlarda. O yüzden eski inançlara ışık hızında geriliyor insanlar... Kendi ruhsallığında anasının memesinden beslendiği çağlara çat diye gerileyebildiği gibi...
Kimileri de iyi uzaylılar-kötü uzaylılar kurguları yapıyor kendi içindeki ötekiden kesip biçip. En azından kurgu olduğunun farkında. Kimi tarikatlar kuruyor merkezinde başka dünyalardaki ileri uygarlıkların olduğu... Bana sorarsanız bunların hepsi insanın zavallığı... Ve zavallılığımızı, ölümlülüğümüzü yok oluşumuzu kabulde zorluk... Bana sorarsanız uzayı zamanı düşünmek, güneş sistemlerinin fotoğraflarını görmek bile içimi genişletiyor. Bir zerre olmak fikri de hüzünlü biçimde iyi geliyor. Ürettiklerimin de benim gibi bir gün gelip yok olacağını bilmek yaratma azmimi azaltmıyor tersine artırıyor. Çok uzun yıllar dayanan malzemeden yapılmış taş bir heykel olmaktansa kısa sürede olsa gerçekten yaşamak ve yaşatmak isterim çünkü...
NOT: Sabah apar topar telefon sesiyle uyanınca ayak küçük parmağımı sehpaya vurdum. O acıyla bunları yazdım  Misal evrenin merkezi ayağımdaki o nokta oldu kısa bir an.
NOT İKİNCİ: Dün gece gördüğüm rüyada bir tsunami dalgasına yakalandım. Tam karşımda dalgayı gördüm, teslim oldum, gittim. Çok gerçek olan rüyalardandı. Kabus da değildi üstelik. Hüzünlü bir müzik eşliğinde yavaşlatılmış bir film karesi gibiydi. O rüyadan bu yana düşünüyordum yukarıda yazdıklarımı. Bu sabah ilk işim oldu yazmak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder