Jaguarın Gözleri’nde kadın dayanışması ve örgütlü mücadele
Hülya Akpınar
Banu Bülbül’ün Notabene Yayınları’ndan çıkan Jaguarın Gözleriadlı ilk romanı, 90’lı yıllarda kasetlerle olan ilişkimi
hatırlattı bana. 90’lı yıllar benim için yaşamsalihtiyaçlarım dışında elimde
kalan paranın neredeyse tamamını kasetlere yatırdığım öğrencilik yıllarımdı. (Kaset
diye bir şey vardı değil mi hayatımızda?)Müzik şimdiki kadar kolay ulaşılabilen
bir şey değildi o zamanlar. Her çıkan albümü, şarkıyı dinleyebilme şansımız
olmazdı. İyi bir kaset yakalamışsam hiç yanımdan ayırmaz, nereye gitsem “bunu
dinlediniz mi?” diyerek kaseti teybe takardım. (Teyp diye de bir şey vardı,
evet!) Sevdiğim bir albümü, şarkı ya da türküyü herkes dinlesin isterdim.
İsterdim ki şarkı hiç bitmesin, milyonlarca kez dinleyelim, herkes bu güzelliği
fark etsin, tanısın, benim hissettiğim coşkuyu hissetsin. (Hâlâ yaparım arada
böyle şeyler.)O kaset uzun zaman çantamdan çıkmaz, nereye gitsem giderdi
benimle.Jaguarın Gözleriçok sevdiğim
bir şarkı gibiydi, bitmesin istedim okurken ve herkes romandaki karakterlerle
tanışsın, onların hikâyesini okusun, mücadelelerini, umudu görsün istedim.
Jaguarın Gözleriyakın dönem politik tarihimize bir bakış, o bakışı bugünle buluşturan ve
yarına dair de sözü olan bir roman.Ormanların, meydanların, yaşam alanlarının ranta
kurban edildiği; kentsel dönüşüm projeleriyle talanın en şiddetli biçimde
yaşandığı İstanbul’da geçiyor hikâye. Yaşamları dostlukla, yoldaşlıkla örülmüş
politik üç kadının, bir ölümün -Belgin’in yakın arkadaşı hatta âşık olduğunu
farkettiği, politik yol arkadaşları Özgür’ün intiharının-izini sürerken karşılaştıkları
ve bir roman konusu olmanın ötesinde ülkemiz açısından hâlâ bir gerçeklik
olarak yaşadığımız olaylar çıkıyor karşımıza.
Romandaki kadın karakterlerden özellikle bahsetmek gerekiyor. Edebi
eserlerde çoğunlukla karşımıza çıktığı gibi erkek karakterlere göre
konumlandırılmış,birbirine rakip ya da kurtarılmayı bekleyen karakterler değil
romandaki kadınlar. Aslında onlar, hikâyenin ana kahramanları. Yazan, çizen,
araştıran, bulunduğu politik yapıların öznesi olan, yaşamı örgütleyen,
birbirlerine sevgiyle, dayanışmayla tutunmuş kadınlarla tanıştırıyor bizi
roman. Küçük serasında çiçek yetiştiren ziraat mühendisi Belgin, psikolog
Zeynep ve avukat Reyhan’ın ilişkileri, politikada kesişen, dostlukla,
yoldaşlıkla sarmalanmış bir ilişki.
Kadınların dertleştiği, birbirini anladığı içten sohbetlere tanıklık ediyoruz
roman boyunca. Birbirlerinin yaralarını nasıl sardıklarını; hayatın hoyratlığı,
acıları karşısında birbirlerini nasıl koruduklarını, kolladıklarını, sarıp
sarmaladıklarını; incelikle, dayanışmayla nasıl da güçlü bir dostluk, yoldaşlık
yarattıklarını okuyoruz. Birbirlerini cesaretlendirerek, karşılıklı güç alarak,
insani korkularını, kaygılarını da paylaşarak birçok kişinin dokunmaktan
çekindiği siyaset- mafya ilişkilerine nasıl çomak sokabildiklerini heyecanla
takip ediyoruz. Cesaretleriyle, zekâlarıyla, politika yapma biçimleriyle
erkeklerin iktidar oluşturduğu, eril bir alan olan politikada bir itiraz gibi
bu kadınların duruşları.
Yazar Banu Bülbül kendisiyle yapılan bir söyleşide,
“Kadınların kolektif çözümlere, bir arada davranmaya daha yatkın bir tarafı
var” diyerek “gurur, şeref” gibi erkekçe ve Ortaçağcı değerlerin yerine olumlu
anlamda dişil mücadele ilkelerini hayata geçirmeyi öneriyor:“Zaten
devrimleri erkeklerin yaptığına dair görüş tümüyle bir yanılsamayı ifade
ediyor. Hatta yanılsama da dememeli manipülasyon düpedüz. Benim siyasi
tanıklığım da okumalarım da devrimci süreçlerin asıl yükünü kadınların
omuzladığı yönünde. Böyle gördüğüm için doğalında romanın kahramanları kadınlar
oldu.” (https://bianet.org/biamag/toplum/187060-jaguarin-gozleri)
Karakterlerin bu denli güçlü ve hayatın içinden oluşunda Banu Bülbül’ün
aynı zamanda iyi bir psikolog olmasının da etkisi vardır mutlaka. İyilikleri,
kötülükleri, kahramanlıkları, cesaretleri, korkaklıklarıyla; kırılganlıkları,
hayalleri, umutlarıyla hayatın bir parçası olan insanları, güzel dostlukları
olan kadınları, başka bir dünya düşüne inanmaktan vazgeçmemiş yoldaşlıkları
buluyoruz okurken.
Faili meçhul cinayetlere, siyaset-mafya ilişkilerine, katliamlara tanıklık
etmiş bir kuşak olarak gerçekle kurgunun çoğu zaman iç içe geçmiş olduğunu
görüyoruz romanda. Cumartesi anneleriyle, kayıp yakınlarıyla, betonlaşmaya,
ranta karşı yaşam alanlarını savunanların mücadeleleriyle buluşuyoruz.Kentsel
dönüşümle oluşacak göçler, insanların yerinden yurdundan edilmesi, başta
Rumlar olmak üzere azınlıklara yönelik 6-7 Eylül saldırılarının acıları
hatırlatılarak anlatılmış. Susurluk kazası, Ergenekon iddianameleri, derin
devlet tartışmaları, Uğur Mumcu’dan Hrant Dink’e, Tahir Elçi’ye dek tanık
olduğumuz birçokkatliamın birbiriyle olan bağlantısını düşündürüyor.
Betonlaşmayı, rant ilişkilerini, doğanın talanına karşı verilen yaşam
mücadelesini, ekoloji politikalarını önemsiyor roman ve bütün bu saldırılara
karşı bütünlüklü politikalar geliştirmeyi öneriyor. Faili meçhul bir cinayetin,
doğanın, yaşam alanlarımızın yok edilmesinin, emek mücadelesinin,
yoksullaşmanın birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini gösteriyor. Tüm bunlara
dostluğun, dayanışmanın, güvenin önemli olduğu örgütlü bir mücadeleyle karşılık
verilebileceğine işaret ediyor. Birbirinden farklı muhalif kimliklere sahip
olanların, farklı alanlarda politik çalışma yürütenlerin rekabetçi, yarışmacı,
ben merkezci olmaktan uzaklaşıp dayanışmasının gerekli olduğunun altı çiziliyor
sıkça. Örgütlü-örgütsüz bireylerin, muhalifMüslümanların, feministlerin,
LGBTİ’lerin ortak bir mücadeleye dönük yapılan bir toplantıdaki seslerini
duyuyoruz kısacık da olsa.Muhalif, örgütlü yapıların insanı yok sayabilen,
birey olarak yer alma şansımızın olmadığı, gücün kutsanıp, hiyerarşinin,
ayrımcılık biçimlerinin yeniden üretildiği, hantal, bürokratik yapılar
haline dönüşebileceğini hatırlatıyor bize ve bunu yaparken bir örgütlenme
modeline dair düşünmemizi de sağlıyor roman.
Kitabın adına gelince… aslında hepimizin içinde bir yerlerde olan ama bugün
doğadan kopuşumuzla, baskıcı iktidarlarla, kapitalist yaşam koşulları içinde
unutulmaya yüz tutmuş özgürlük tutkumuzu hatırlatmak; bize gereken direnme,
mücadele gücünün içimizde, köklerimizde olduğunu vurgulamak için Jaguarın Gözleri. Bir gün hepimizin
gözleri o ışıltıyla bakabilirdiyor roman.Bugün ihtiyacımız olan da bu değil mi?
Her ne kadar yol ve yönteme dair ciddi yalpalamalarımız, farklılıklarımız, kafa
karışıklıklarımız olsa da bütün bunlarla baş edebilmemizi sağlayan, tüm
kalbimizle inandığımız haklı bir mücadelemiz; bu mücadelede bizi çok güçlü
kılan muhteşem dostluklarımız, yoldaşlıklarımız, dayanışma
pratiklerimiz ve dünyayı değiştirebileceğimize dair umudumuz var. Bizi
yaşadığımız bu cehennemden çıkaracak olan kendimizden başkası değil.
Not: catlakzemin.com dergisi için kaleme alındı.
Not: catlakzemin.com dergisi için kaleme alındı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder