4 Ocak 2017 Çarşamba


psikesinema dergisi ocak 2017 sayısında 
Sonbahar filmini yazdım.İzlemişsinizdir öyle düşünüyorum. Hatta belki Daim Yusuf Orti çalar şimdi kulaklarınızda... Bir cenaze iner sonra yamaçtan aşağı. Yusuf iner yüreğinize...
“...her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına...'' diyor Özcan Alper filmin sonunda… Bu film bizim gerçeğimizdi. O filmdekileri tanıyorduk. En çok da Yusuf’u. Aynı düşlerle benzer yollara çıkmıştık onunla.
Yusuf, bizim defalarca güle oynaya kantinde çay içtiğimiz arkadaşımız,
Yusuf, eski sararmış bir fotoğrafta bir yer sofrasından bize bakan yoldaşımız,
Yusuf, ciğerlerini parça parça tükürerek ölen yüzlerce devrimcinin yüreğimizdeki anısı,
Yusuf, “….. ölümsüzdür” yazılarının başında gözlerini gördüğümüz gençlerin ardından akan gözyaşımız,
Yusuf, vakurca yitip gitmeyi başaran, mağlubiyeti de zafer gibi kucaklamayı bilen bilge yanımız,
Son anında bile aşık olabilen umudumuz Yusuf,
Yusuf koluna girip kurtarmak istediğimiz, Yusuf kendisine nefesimizi vermek istediğimiz…
Yusuf bizim hiç bitmeyen yasımız,
Yusuf omzumuzda asılı duran kızıl bir tabuttur.
Yusuf’tan bize ne kaldı? Tamir edilmiş bir tulum, armağan edilecek bir bisiklet, yarım kalmış bir aşk, kapısı çalınıp teselli edilecek anası ve sürmekte olan bir mücadele…"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder