5 Mayıs 2017 Cuma

“Bu gözlerin gördüğü, bu aklın bildiği işlerin tesellisi yok”  

Ruhlarımıza jilet atarak dolaşıyor manyaklar… Kanım tükeniyor, bet beniz atmış. O görüyor, “geçer” diyor, sesinden esinle yüzüme yürümeye başlayan kan gülüşüme doluyor. Yaşıyorum. 
“Bu gözlerin gördüğü, bu aklın bildiği işlerin tesellisi yok”, diyorum. Bana baktığında bulanık bir gölden berrak bir akarsuya dönüşüyor yüreğim… Yatışıyorum. 
Hep koşuyorum. Bazen kaçmak bazen yetişmek için… Yavaşlatmıyor hız tümsekleri… Sonra sesi duyuluyor. “Bekle” diyor. Peşimdeki yırtıcı bir hayvan da olsa duruyorum. Sakinleşiyorum.
Ben böyle uzaklara uzaklara dalınca, bugünün çok ırağına düşüyorum. Yaralarım ki başladığı yerden yayılıp tüm ruhumu saran işgalci ordular gibidir. O bakışla, o seslenişle, o sıvazlayışla o ordular öylece duruyorlar. Genişliyorum.
Ruhlara jilet atanlar, içi boş çarşaf hayaletler gibi… İçinde ateş olana, öykü çatana, bilgi taşıyana saldırıyor. Ateş, öykü, bilgi üretenler kansız kalsın, cansız kalsın istiyor. Öldüremezse, gülüşsüz bırakmak, soluksuz koşturmak istiyor bir ruhu olanı… Yaraları hiç kapanmasın, kanı durmasın diliyor. İzler bırakıyor jilet kesiğinden… O çarşaf ruhsuz… O hayalet boş mu boş… Kötünün kötüsünden yapılmış ve beyazın ölümüne dolanmış.
Tüm yaralı hale derman, gözyaşına teselli, ruha barış, bize sukunet içinde ateş taşıyan bir diğer can… Sonrası hayaletleri kovacak sözcükleri bulmak, sonrası yürümek üzerine kefenlerin vakitsiz sarmasın diye ne bedeni, ne ruhun ateşini… Sonrası sonlandırmak onların tüm cinayetlerini… Ama önce, en önce atar damar kesiğine bir çare… Ellerinde, gözlerinde, sözlerinde durmak önce…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder